Bu köşede bir süredir ısrarla kullandığım ‘Yeni Türkiye’ kavramını Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de kullanmaya başladığına göre sanırım bu kavram tuttu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile farkımız, ben ‘Yeni Türkiye’ kuruluyor diyordum, o ise çoktan kurulduğunu iddia ediyor.
İşte bu noktada Cumhurbaşkanı Gül’e katılamıyorum. Büyük bir dönemecin hemen eşiğine geldik. Zaten bu yüzden Cumhurbaşkanı’nın kafasına yatmasa da bir başkanlık sistemi tartışması alttan alta yapılmaya başlandı. Ben başkanlık sistemine karşı değilim. İletişimin geliştiği bir dünyada yarın bir gün parti mekanizmalarının dişlilerinin arasından çıkamayacak sürpriz bir ismin başkan adayı olarak siyasetin namlı isimlerine meydan okuyabilecek bir hukuki zeminin bu şekilde hazırlanabileceğine inanıyorum. Bu küçücük, hatta ütopik umut bile yepyeni bir adayın şimdiki siyasi düzenin sıkışıklığını hemen olmasa da bir gün aşabileceğine inandırıyor. ABD gibi bir dünya devinin yıllardır tıkır tıkır işlettiği bu sistemin, bizde parlamenter sistem olduğu için Türkiye’de olmaması gerektiğini savunmayı da aklım almıyor. Ne alakası var? Halihazırda % 10’luk bir seçim barajında hangi demokrasi, hangi parlamenter sistemden bahsediyoruz. Asıl dünyada benzeri olmayan, bu % 10’luk seçim barajlı parlamenter sistemdir. Hele şu günlerde, parti liderlerinin iki dudağı arasında bir milletvekili adayı belirleme sürecinde hangi parlamenter demokrasiyi savunacaksınız? Evet, yeni bir Türkiye kurulacak, ama henüz kurulmadı. Devletin zirvesinde, bu yeni kurulacak Türkiye için kafa karışıklığı her geçen gün artması ise içimizdeki şüpheleri arttırıyor. Eğer ‘Yeni Türkiye’ sistemi için endişelenerek bu kafa karışıklığını tartışacaksak bunda da bir sakınca yok. Ama başkanlık sistemi gelirse mevcut siyasi aktörlerden kim, hangi koltuğa oturacak endişesi ile böyle bir tartışmaya giriyorsak, kusura bakmayın, biz almayalım. Yeni Türkiye eğer kişilerin istikbal kaygıları üzerine inşa edilecekse, bırakalım, eskisi kalsın...

Samast’tan bir entel yaratmak
Rakel Dink, eşi Hrant Dink’in cenazesindeki o duygusal konuşmasında müthiş bir söz söylemiş ve katil zanlısı Ogün Samast’ı kastederek “Bebekten katil yaratan sistemi sorgulamalıyız” demişti. Bu sistemi henüz tam olarak sorgulayamadan, önceki gün Dink davasında gördük ki bir katil zanlısından bir entel yaratabilmişiz. 5 sayfalık mektubunda, Petrus şaraplarından giriyor, gazete manşetlerinden çıkıyor. Müthiş bir bilinç, yönlendirme, Samast’a entel bir vahiy inmiş gibi bir hal!
Ogün Samast’a dışarıdaki abileri ne kadar cinayette yardımcı olmuştu emin değilim, ama içerideki abilerinin entelektüel düzeyine yardımcı olduğu gayet net gözüküyor. Bu duruma sevinelim mi üzülelim mi, onun cevabını düşünüyorum.

Bekârlık nükleer sızıntıdan beter
Enerji Bakanı Taner Yıldız, nükleer enerjinin tehlikesiz olduğunu anlatırken işi bambaşka bir düzeye taşıdı. Daha önce Başbakan, nükleer enerjinin riskli olmadığını anlatmak için evlerimizdeki tüpgaza benzetmişti. Sonra bir yerde, “Evinizdeki TV’den de radyasyon çıkıyor” demişti. Yıldız ise ‘bekârlığın’ nükleer enerjiden tehlikeli olduğunu, ABD’de yapılan bir açıklamada bekârların evlilerden 6 yıl az yaşadığını söylüyor. Dünyanın en ciddi konusunu hakara makara düzeyinde tartışmak bir marifet, ama asıl korkum, bekârlığın da suç kapsamına alınması. Şaka diye güldüğümüz her konunun fantastik bir şekilde gerçekleştiği ‘Yeni Türkiye’de bekârlık da yakında böyle diye diye, yavaş yavaş bir örgüt üyesi olarak anılmaya başlanırsa şaşırmayacağım. Yanlış anlamayın, ben yırttım da başta Ahmet Hakan olmak üzere bekârlar düşünsün.

Ayakta ölenler
Ramiz Dayı da gitti. İstanbul’a bir küfür sallayıp Ezel’den ebediyete doğru yola çıktı. Tuncel Kurtiz’in ölme anını canlandırdığı sahne hafızalardan silinmeyecek. Türk film ve dizilerinde kahramanın ölmesi biraz meşakkatli oluyor. Ayakta Ölenler’de Cüneyt Arkın’ın ölmesi hayli zaman alır. Kurşunlar kurşunları kovalar, ama Arkın’a vız gelir, tırıs gider. Keza Av Mevsimi’nde Cem Yılmaz’ın öldüğü sahne neredeyse bir ömür sürüyordu. Sanmayın ki bir tek bizim filmlerde bu böyle. G. Kore yapımı Old Boy var ki, kahramınımız rol icabı da olsa ölmez... Keza Party filminin açılışındaki Blake Edwards’ın ölememe sahnesi sizi yıkıp geçer. Anlayacağınız, gerçek hayatta ölmek trajediyken, rol icabı ölmek komediye dönüşebiliyor.

YGS iptal edilmeli
Bir milyon yedi yüz bin öğrencinin kafasında hep aynı soru var. Acaba sorularda bazıları kopya çekti mi? Şimdi yeterli olmayan pek çok açıklama ardı ardına yapılıyor, kimi gazeteler bu açıklamalara biat edip afili ‘sınav temiz’ manşetleri atıyorlar, ama aynı KPSS’de olduğu gibi ‘şüphe’ cini şişeden çıktı bir kere. Hiçbir şey olmamış gibi cini içeriye sokup devam etmemize imkân yok. Bu sınav iptal edilmeli, ama yetmez. Asıl mesele, bundan sonraki sınavın güvenli olduğundan nasıl emin olacağız? Bununla ilgili planı olan var mı? Yok. İyi o zaman...