Bilmem hafta sonu Türk bilim insanlarının bir araya geldiği ‘Teknoloji, Medeniyet ve Değerler 2’ konferansındaki tartışma gündemini fark ettiniz mi? Aralarında iletişimci dekanların, profesör sosyologların ve elbette ilahiyatçıların olduğu bir grup Türk bilim insanı ‘İslami bisiklet’ üretip üretemeyeceğimizi tartışmış. Şaka değil ciddi ‘bilimsel’ tezler ortaya koymuşlar. Mesela aralarında bir dekan İslami bisikletin boyasına dikkat çekmiş, bir başkası ‘bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete’ şeklinde ciddi bir giriş yaparak teknolojiyi nasıl İslamileştireceğimize değinmiş. Bir diğeri İslami bisikleti bırakıp tartışma çıtasını birkaç metre daha yukarı taşımış ve naylonun da aslında İslami olmadığını söylemiş. İlk başta bir ‘zaytung’ haberi sanıp birileri bizle fena halde kafa buluyor diye düşünebilirsiniz ama ne yazık ki bütün bunlar yaşanmış. Tamam “Elâlem Mars’ta hayat var mı derdinde, biz İslami bisikleti keşfetmeye çabalıyoruz” diye hamaset edebiyatına girmeyelim ama bir hadiste “İlim Çin’de olsa gidip alınız” derken sanırım ‘İslami bisiklet’ kastedilmiyordu.

Bu tartışma Türkiye’de bilimin durumunun nasıl içler acısı bir yere geldiğinin de küçük bir göstergesi. Birkaç ay önce Mısır’da radikal dinci bir grubun domatesi ortadan ikiye kesince haç çıktığını düşünüp Hıristiyan ilan ettiği haberleri gülerek okuyorduk. Olaya radikal dinci bir grup meczubun zorlaması olarak bakıyorduk. Oysa bakın kerli ferli bilim adamlarımız işlerini güçlerini bırakmışlar ‘İslami bisiklet’ üretimini tartışıyorlar.

Bugüne kadar hiç Müslüman bir bisikletim olmadı. Hatta çocukluğumda Hıristiyan bir bisikleti bile olamayanlar arasındayım. Gözümde İslami bir bisikleti canlandırmaya çabalıyorum. Pedala bastıkça sevap kazanacağımız, selesine otururken secde edebileceğimiz ve çın çın diye ziline bastığımız zaman bir tespihin taneleri gibi Allah’ın adlarını anacağımız bir alet geliyor aklıma. İşi gücü bırakıp böylesine güncel bir meseleyi tartışanlara Allah akıl fikir versin diyeceğim ama YÖK onlara çoktan profesörlük nasip etmiş bile. Bilim sağ olsun!

Sözde Ermeni soykırımının sonu
Hasan Cemal’in son kitabının adı ‘1915; Ermeni Soykırımı’. İçinde yazdıklarını bir kenara bırakalım, sadece kitabın adı dahi Türkiye’de bugüne kadar süregelen bir ezberi bozması için yeter de artar bile. Bildiğiniz gibi bizde 1915’te yaşananlar için bugüne kadar hep ‘Sözde Ermeni soykırımı’ tanımlaması kullanılıyordu. Ermeni soykırımı deyip ‘sözde’yi eklemeyi unutursanız bir anlamda lanetleniyor, hatta kendinizi mahkemenin karşısında bile bulabiliyordunuz. Oysa bakın Hasan Cemal olaya bodoslama dalıyor. Daha kapaktan ‘sözde’ kelimesini atarak 1915 olaylarıyla ilgili cesur bir devrimin fitilini ateşliyor. Hasan Cemal özellikle son yıllarda yazdığı yazılarla malum çevrelerin hedefine oturmuş durumda. Nitekim kitabı daha piyasaya çıkmadan birileri taslağını eline geçirmiş, hakkında dezenforme haberler yapılıyor. Linçin âlâsı yürütülüyor. Aman dikkat! Hepimizin Hasan Cemal’i sarıp sarmalayıp pamuklara sarmamız gereken zamanlardayız.

AKP’nin Hakkâri il başkanı bırakılmalı
Bugün aklı başında hiç kimse PKK ile aynı tabana sahip olan BDP’li milletvekillerinin Meclis’te dokunulmazlığının kaldırılmasını istemiyor. Gelin görün ki PKK bunu sağlamak için elinden geleni yapıyor. Bir bakmışsınız çat kapı BDP konvoyunun önünü kesip evlere şenlik bir ‘karşılaşma oyunu’ sahneleniyor. Bu öyle bir karşılaşma ki ne BDP’li milletvekilleri ne de PKK’lılar ne yapacaklarını biliyorlar. İşin trajikomik yanı, PKK’nın tepesindeki isim Murat Karayılan bile yaşananlardan rahatsız olmuş, BDP’yi eleştiriyor. ‘O’ PKK’lılara hesap sormaktan bahsediyor. Bu da yetmezmiş gibi, bir bakmışsınız PKK, CHP milletvekilini kaçırıyor, bir tuhaf tiyatro da orada sahneleniyor. Kim kaçırıyor, neden kaçırıyor, neden bırakıyor belli değil. PKK’nın son icraatı ise Hakkâri’nin AK Parti il başkanını kaçırması. Abdülmecit Tarhan’ı PKK neden kaçırdı, hedefi ne, şu ana kadar belli değil. Tek bildiğimiz, Hakkâri AK Parti İl Başkanı’nın PKK’nın elinde olduğu.
PKK devletin gözünde bir terör örgütü; ancak biliyoruz ki bölge insanı için anlamı farklı. Uluslararası arenada da kendini hep farklı konumlandırıyor. PKK’nın sivillere yönelik bu kaçırma eylemleri hem bölgede hem de uluslararası arenada kendini konumlandırmaya çalıştığı yeri de şaibeli hale getiriyor. En kötü savaşın bile bir ahlakı vardır. Sivil siyasetçileri silah zoruyla alıkoymanın hiçbir savaşta yeri yoktur. PKK’nın CHP’li bir siyasetçiyi kaçırıp bırakırken AK Partili bir siyasetçiyi kaçırıp alıkoyması olayı bambaşka bir düzleme kaydırıyor ki bakın o da ayrı hikâye.

Kaçırılan AK Partili il başkanı Abdülmecit Tarhan, CHP’li Hüseyin Aygün kadar medyatik ve tanınan bir isim olmadığı için medyada kendine yeterince yer bulamıyor olabilir. Başbakan Erdoğan bu duruma sitem ederken haklı. Eğer Aygün’ün kaçırılmasını gündemde tutup serbest bırakılmasını istiyorsak elbette Tarhan’ın da bir an önce serbest bırakılmasını isteyebilmeliyiz. O yüzden açıkça yazalım: “AK Parti il başkanını serbest bırakın.”