Biz hâlâ BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığı kalkar mı kalkmaz mı tartışmasını yapaduralım Türkiye’de son yıllarda gizli dokunulmaz bir zümre oluştu. Hükümetin atadığı valisinden genel müdürüne kadar hiçbir bürokrata dokunamıyorsunuz. Bırakın dokunmayı, eleştiremiyorsunuz bile... Eleştirdiğiniz her satır o bürokratın koltuğunu daha da sağlama almasını sağlıyor. Yanlış anlaşılmasın, MİT Başkanı ya da Genelkurmay Başkanı’na kadar gitmenize gerek yok. Bir valiyi, kaymakamı sıradan bir belediye müdürünü bile hükümetin atadığı makamdan kaldırmak mümkün değil. Kuşkusuz bunda hükümetin “Basın eleştirdi diye bizim adamımızı kurban etmeyiz” yaklaşımının sorgusuz sualsiz uygulanmasının büyük önemi var. Mesela Türkiye’nin en güvenilir kurumlarından biri olan ÖSYM son yıllarda tamamen bir idarecinin beceriksizliğiyle neredeyse her iki sınavdan birini iptal etmek zorunda kalıyor. Medya bunu ortaya çıkartıyor, yazıyor, afişe ediyor. Hükümet inadına sahipleniyor.
Benzer bir durumu en son Afyonkarahisar Valisi’nin 25 şehit sonrasında Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e verdiği hediye olayında gördük. Normal şartlarda o valinin o gün görevden alınması gerekir. 

Düşünün, 25 şehit var, Genelkurmay Başkanı makamınıza gelmiş, siz emrivaki ile satranç tahtası ve halı hediye edip bunu alelacele valiliğin resmi internet sayfasında yayımlıyorsunuz. Sadece densizlikte değil kalpsizlikte de gelinen son nokta! Necdet Özel kendisine yapılan emrivakiden rahatsız olmuş, dün açıklama yapıyor. Vali İrfan Balkanlıoğlu ise pişkinlikte bir milim geri adım atacağa benzemiyor. Afyon Valiliği’nin resmi internet sayfası zaten ‘sayın’ valinin PR alanı olmuş. Valinin fotoğrafı olmayan tek bir haber bulmanız mümkün değil. Dün sabaha kadar hediye fotoğrafları valilik resmi sayfasında hâlâ gururla duruyordu. Anlaşılan, gelen emir ile birlikte dün sabah nihayet silinmişti. Türkiye Cumhuriyeti’nin 25 şehit verdiği gün neden hediye verdiğine dair Vali Balkanlıoğlu’nun Akşam gazetesine yaptığı açıklamayı ibret olsun diye buraya alıntılamak istiyorum. “Ziyaretimize gelen tanıtım potansiyeli olan popüler kişilere, yöre halkına ekonomik katkı için lokum, sucuk gibi ürünlerden hediye ediyoruz. Amacımız tanıtım yapıp yöredeki yoksul insanlara gelir kapısı sağlamak. Genelkurmay Başkanı gibi popüler bir isim gelmiş. Küçük, maddi değeri olmayan bir hediye verdik. Genelkurmay Başkanımız çevresi olan bir insan. Bir yere o kilimi koysa, biri de ‘Nereden aldınız’ diye sorup Afyon’a gelip satın alsa fakir insanlar nasiplenecek. Emrivaki yapıp eline tutuşturmuşuz. Hayır mı diyecekti? Hayat devam ediyor. Bir acımız varken buna ara mı verelim?”
Şu açıklamanın sakilliğine bakın. Biz milletçe bu gençlerin hüznüyle gözyaşlarımızı zor zapt ederken şu vurdumduymazlığa bakın. Türkiye Cumhuriyeti’nin valisinin derdine bakın.
Bakıp bakıp ağlayın...
Ağlamaktan başka yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Malum hükümet atadı, aman basın eleştirdi diye ‘adam’ vermesinler!

Erdoğan filminin senaryosunu çaldı mı?
Yıllar önce Sağır Oda adında bir dizi yapmaya soyunmuştuk. Yaratıcı ekip kurgu konusunda yıldızlar geçidi gibiydi. Unutulmaz dizilerin senaristi rahmetli Meral Okay önderliğinde toplantılar yapıyorduk. Yazdığı kitapların tamamı best seller olan şu an cezaevindeki Soner Yalçın dizinin hem konsept danışmanı hem de senaryo ekibindeydi. Absürt komedinin Türkiye’deki bir numaralı ismi Leyla ile Mecnun’un yaratıcısı Onur Ünlü, şu an BDP milletvekili olan, o zamanlar senaryo yazım dersleri veren Sırrı Süreyya Önder, eski bankacı Hakan Karahan ve bugün Türkiye’de dizi sektörünün yükselen yıldız yapımcısına dönüşen Timur Savcı ve ben neredeyse 3 ay bir araya gelip nasıl bir dizi olacağını tartışıp duruyorduk. Nihayet ekip kendi arasında onca tartışma, kavga dövüş derken diziyi hayata geçirdi. Sağır Oda herkesin bildiği bir sırrın üzerine kurulmuştu. Güya Nazi altınlarını Türkiye’ye kaçıran bir ailenin hikâyesini anlatacaktık. Dizinin tanıtımları dönmeye başladıktan sonra gazetelerde ‘Hırsızlar’ manşetiyle kendimizi bulduk. İddiaya göre bu ekip, dizi senaryosunu Ankaralı bir senaristin dizi senaryosundan ‘yürütmüştü’. Gerçi Ankara’daki bu esrarengiz dizi senaristini hepimiz hayatımızda ilk kez duyuyorduk ama gazeteler bizim adlarımızı, fotoğraflarımızı yazarak bizi fikir hırsızlığı ile afişe etmekte bir an tereddüt etmemişti. Tabii o zamanlar henüz internet medyasına girmediğimiz ve sosyal medya var olmadığı için derdimizi anlatabileceğimiz doğru düzgün bir mecra da yoktu. Bu yüzden bu tür habeleri bize karşı belaltı vurmak için kullanan gazetecileri sadece seyrediyorduk. 

Ardından hakkımızda dava açıldı. Ankara’daki esrarengiz senarist bizden bir de para kopartmak istiyordu. Kendimizi bir kez daha sanki mahkûm olmuş gibi gazete manşetlerinde bulduk. Geçen gün Sağır Oda davası sonuçlandı. Doğal olarak davayı biz kazandık. Elbette ne gazetelerde ne de o malum operasyonel haberciliğe soyunan medya sitelerinde tek bir haber yer aldı.
Bu hikâye Yılmaz Erdoğan’ın son filmi ile ilgili ‘hırsızlıkla’ suçlanmasını okuduktan sonra aklıma geldi. Bazı şeyler hiç değişmiyor Sevgili Yılmaz Erdoğan.