1979 yılında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali sonrasında komşu devlet Pakistan üzerinden CIA yıllar sürecek bir ‘operasyona’ girişti. Özellikle Afganistan–Pakistan sınırına gelen mülteciler arasından devşirilen bir grup Pakistan’ın ünlü istihbarat teşkilatı ISI tarafından örgütlenmeye, eğitilmeye ve sonrasında da Sovyetler Birliği’ne karşı savaşmak üzere silahlandırılmaya başlandı. Sovyet işgaline son verecek mücahitleri silahlandırmak kolay ve ucuz bir iş değildi. Bunun finansını tanıdık bir ülkenin istihbaratı üstlendi. Suudi Arabistan belki fiili olarak hiçbir zaman savaş sahasına inmedi ancak Afganistan coğrafyasındaki silahların büyük bölümünü kendi işadamlarını kullanarak tanıdık ve güvenilir kaynaklardan finanse ettiler.
Afganistan işgalinin arka planında Suudi Arabistan, ABD ve Pakistan tüm bu organizasyonu sürdürürken savaş meydanındakiler kendilerini bir özgürlük, din hatta ‘cihat’ın içinde zannediyorlardı. ABD’den kaynağı tam olarak kestirilemeyen Suudi parası ile gelen yerden havaya da ateşlenen etkili Stinger füzelerini Salang Geçidi’nin üzerindeki Rus helikopterine ‘Allahüekber’ diye bağırarak şevkle ateşlerken hiçbiri bunun farkında değildi.
O kadar değillerdi ki bir süre sonra işin içine İran istihbaratı da girince Afganistan sadece Sovyet işgalinin değil farklı fraksiyonların, mezheplerin savaş arenasına döndü. Sovyetler’e karşı oluşan muhalif cephe çöktü. Bir süre sonra kimin kimle ne uğruna çarpıştığı kontrolden çıktı.
Kâbil işte böyle harabeye döndü.
1996 yılında Kâbil düşüp şehre girdiğimde ziyaret ettiğim ilk yer bu savaşın aktörlerinden Necibullah’ın bir-iki gün önce asıldığı meydan oldu. Necibullah’ın bedeni artık ipin ucunda olmasa da urganı ibret olsun diye özellikle yerinde bırakmışlardı. Kâbil sokaklarında dolaşırken sokaklarda saçı sakalı birbirine karışmış tarihin bilinmeyen bir zaman aralığından kopup gelmiş gibi görünen Taliban ise ortaya çıkalı henüz birkaç yıl bile olmamıştı. Sınırdaki kamplarda Sovyet işgaline karşı eğitilen bu dindar talebelerin kontrolden çıktığı ise gün gibi ortadaydı.
Ben, 1996’nın o kanlı ve karmaşık günlerinde Taliban’ın kuzeydeki Şah Mesud’u yenip yenemeyeceğinin izini savaş meydanında sürerken CIA ajanlarını bambaşka bir telaş sardığını yıllar sonra 2004 yılında çıkan bir kitap sayesinde öğrenecektim. Steve Coll ‘Hayalet Savaşları’ kitabında o yıllarda CIA’in tam 2300 adet Stringer füzesi dağıttığını ve bunlardan 600 tanesinin ortada olmadığını ve bunun yarattığı büyük telaşı anlatıyordu. CIA casusları bir zamanlar elleriyle muhaliflere dağıttıkları Stringer füzelerini aramaya çıktıklarında çok ilginç bir şeyle karşılaştılar. Afganistan’da dağıttıkları Stringer füzeleri Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar bütün dünyaya dağılmıştı.
Afganistan’da ise bambaşka bir telaş yaşanıyordu. Zira CIA, Kâbil’i alan Taliban’ın arkasındaki bir ismin günün birinde ABD’ye karşı ABD’nin muhaliflere dağıttığı silahları kullanmasından endişe duyuyorlardı.
Dost mu düşman mı olduğuna 1997 yılının baharında hâlâ karar verilemeyen muhaliflerin o liderinin ismi, Usame Bin Ladin’di.
Bilmem gerisini anlatmaya gerek var mı?

Yeni PKK ve ‘Sri Lanka modeli’
PKK’nın Ömürlü sınır karakolundaki birliğe üst üste aralıksız üçüncü kez saldırmasını hafta sonu bir internet sitesi ‘PKK’lıların gözleri döndü’ şeklinde haberleştirmişti. Ben ise durumu PKK’nın gözünün dönmesinden çok Yeni PKK’nın ‘büyük kumarı’ olarak okuyorum. Daha önce belirtmiştim; Yeni PKK strateji değiştirdi ve yeni bir taktik geliştirdi. Kendisini ‘Arap Baharı’nın kuyruğuna takmaya çabalıyor. ‘Arap Baharı’ndan bir Kürt baharı çıkarmanın hesabını kuruyor. Bu yüzden de düne kadar gerilla savaşı yani vur-kaç taktiğini benimsemişken bugün görünen o ki cephe savaşı yapıyor. Bu, aslında büyük bir meydan okuma. Büyük bir cüret! Evet eğer PKK bu taktikte başarılı olursa Kürt meselesini dünyanın gündemine bir ihtimal taşıyabilir. Ancak kırsalda aralıksız sürdürdüğü bu saldırılara büyükşehirlerde çoluk çocuk demeden sivil hedeflere yönelik bombalamalar eklenince bugün masaya sürdüğü hemen her şey kendisine ters de dönebilir. Bir yandan kırsalda cephe savaşına geçip diğer yandan büyükşehirlerde çoluk çocuk demeden bombaların patlamasının sonucunda çıkılacak tek yer Sri Lanka’dır. Nereden çıktı şimdi bu Sri Lanka, ne alaka demeyin. Hatırlarsak Sri Lanka ordusu, ayrılıkçı Tamil Kaplanları örgütü ile 27 yıl süren mücadele sonrası 2009 Mayısı’nda ‘Hedef gözetmeyen’ bir saldırı düzenlemişti. Bu saldırıda örgütün tüm üst düzey yöneticileri öldürülmüş ve kampları haritadan silinmişti. Sri Lanka hükümeti saldırının bilançosunu 7 bin ölü diye duyurmuştu ama Birleşmiş Milletler raporlarında bile en az 20 bin ölüden söz edilmişti. Bugün Yeni PKK çatışma masasında tüm Türkiye’ye rest çekiyor çekmesine ama bunun kuşkusuz sonuçlarını da hesap ediyor olmalı. Yakında televizyon tartışma programlarında ya da köşe yazılarında karşımıza yavaş yavaş ‘Sri Lanka Modeli’nin söylenmeye başladığını duyarsak şaşırmayacağım.
Şimdiden söyleyeyim Kürt sorununun kördüğüme dönüştüğü bir süreçte sonuçları çok tartışılacak bir model olur bu!