Afet çalışmalarının üzerinde anlaştığı bir sonuç var: doğal afetin yıkım maliyetiyle şiddeti arasında bir ilişki olmakla birlikte, yıkıcı etkiyi belirleyen temel faktör ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal sistemidir. Şubat depreminin öncesi ve sonrasında yaşananlar afetin bu ikili karakterini doğruluyor. Depremzedeler bir yandan doğal afet olarak depremin yıkıcı etkisine; diğer yandan AKP rejiminin ranta dayalı patronaj ilişkilerinin depremi daha yıkıcı kılan sonuçlarına maruz kaldılar.

Maalesef, AKP rejiminin deprem bölgesinde neden olduğu ek yıkım maliyetleri şu ana kadar yaşananlarla sınırlı kalmayacak. Eğer 14 Mayıs seçimlerinde rejimin defteri dürülmezse, rejimin rant imkanları ve OHAL sopasına dayalı imar politikası deprem bölgesinde orta ve uzun vadede ek ekonomik, sosyal ve ekolojik maliyetlere neden olacaktır.

AKP rejiminin 14 Mayıs seçimlerini kaybetmesi bu maliyetlerden kaçınmak için gerekli ama yeterli bir koşul değildir. Yeterli koşul, yeni iktidarın deprem sonrası için acilen bir bölgesel kalkınma planı hazırlaması ve bu planın daha üretken, adil ve çevreyle uyumlu bir bölge ekonomisi hedeflemesi. Bu yazının amacı, ekonomik imar sürecinde bölgesel kalkınma planı yokluğunun deprem bölgesi üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekmek; şimdiye kadar dile getirilmeyen bir konu olarak kalkınma planı hakkında tartışma yaratmak.

 

AKP rejiminin deprem ekonomisi modeli

AKP rejiminin propaganda makinesi depremi ‘asrın felaketi’ olarak tanımladı. Normal koşullarda, bu tanımı yapan hükümetin felaketin boyutuna uygun bir yeniden inşa programı hazırlayıp uygulaması beklenir. Ama normal olmayan koşullarda yaşıyoruz. Bu anormal koşuların rüzgarıyla yelken şişiren AKP rejimi işine geldiğinde depremi asrın felaketi olarak tanımlıyor; işine gelmediği zaman da deprem olmamış gibi davranabiliyor.

Bu keyfilik deprem sonrası ekonomik imarla ilgili politikayı da belirliyor. Bu nedenle, politikanın orta ve uzun vadeli hedefleri ve var olan politika aletlerinin bu hedeflere ulaşmada yeterli olup olmadığı konusunda hiçbir değerlendirme yok. Bunun yerine, bir yanda rant imkanları ve finansman kolaylıklarından oluşan bazı havuçlardan, diğer yandan OHAL kararnameleriyle rejimin eline aldığı ek sopalardan oluşan bir müdahale pratiği var. OHAL destekli teşvik havuçları modelini uygulamada iki bakanlık öne çıkıyor: Hazine ve Maliye Bakanlığı (HMB) ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikli Bakanlığı (ÇŞİDB).

HMB’nın verdiği kredi teşvikleri ve sağladığı ek bütçe kaynakları bakanlığın internet sayfasında slaytlar halinde sıralanıyor. 54 slayttan oluşan listeye yakından bakıldığında, teşvik ve tedbirlerin aslında iki kategoriden oluştuğu görülüyor. Bir yanda, hane halkları ve iş yeri sahipleri için kredi kolaylıkları ve vergi ertelemeleri var. Diğer yanda, müteahhitlere yönelik hazine destekli krediler ve faiz sübvansiyonları var. Sübvansiyona tabi kredi limitleri, KOBİ kategorisindeki müteahhitler için 100 milyon TL; büyük müteahhitler için 250 milyon TL.

Kentsel dönüşüm kapsamında bireylere 1 milyon 250 bin TL’lik kredi kullanma imkanı sağlanıyor ve bu kredinin faizleri sübvanse ediliyor. Ancak seçim sürecinde Erdoğan el yükseltti ve ‘yarısı bizden’ projesini ilan etti. Bu projenin uygulama alanı belli olmadığı gibi, projeyle ilgili bilgi ÇŞİDB’nin tweetiyle sınırlı. Aslında ÇŞİDB’nin kendine ait hiçbir tasarrufu yok. Bakanlığın işlevi, Erdoğan’ın ya OHAL kararnameleriyle ya da seçim kampanyası konuşmalarıyla sinyalini verdiği inşaat projelerini ve rant imkanlarını pazarlamakla sınırlı.

Özetle, rejimin deprem sonrası ekonomik imar için bir planı yok. Onun yerine, mali teşvik ve rant imkanlarından oluşan ve seçim sürecinde karışımı günlük olarak değişen bir teşvik kokteyli var. AKP rejimi, OHAL kararnameleri desteğinde deprem bölgesine empoze ettiği bu teşvik kokteylinden üç sonuç elde etmeyi umuyor: (i) seçimi kazanma şansını arttırmak; (ii) inşaat sektöründeki yatırım ve istihdam artışı sayesinde deprem bölgesinde bir ekonomik büyüme ivmesi yakalamak; ve (iii) bu büyüme ivmesini diğer sektörlerde sağlanacak kapasite artışlarıyla sürdürülebilir kılmak.

 

Bölgesel kalkınma planı neden gerekli?

Afet sonrası ekonomik imar literatürü AKP rejimininkine benzer tepeden inmeci, aceleci ve piyasa mekanizmasına aşırı bağımlı büyüme modellerinin başarısız kaldığını gösteriyor. Buna karşın, afet sonrasında yeniden imar için sorumlu bir üst kurum oluşturan; üniversite, meslek örgütü, sivil toplum örgütü, küçük üretici temsilcileri, vb. yerel paydaşları yeniden imar sürecine dahil eden; ve afet sonrasında karar verme ve yönetme kalitesine dikkat eden modellerin başarılı olduğunu gösteriyor.

Türkiye’deki 2011 Van depremi dahil 10 afet-sonrası yeniden imar deneyini değerlendiren bir araştırmaya göre, deprem sonrasındaki yeniden imarın kalitesi ve başarısı afetin şiddetine veya afet öncesinde mevcut olan ekonomik gelişmişlik düzeyine bağlı değildir. Bunun yerine, hükümetlerin karar verme süreçlerinin kalitesine, yeniden imar sürecinde yer alan planlama uzmanlarının kalitesine, ve yerel toplumun katılımına bağlıdır. Aynı araştırma projesinin bulgularına göre, Türkiye’deki yeniden imar sürecinde uzun vadeli planlama yerine kısa vadeli hedeflere yönelik çabuk kararlar ön planda olmuştur. Bu nedenle, diğer ülkelere kıyasla, Türkiye depremzedelere konut sağlamada hızlı sonuçlar elde etmekle birlikte, ekonomiyi canlandırma ve afet bölgesi halkına daha iyi bir yaşam kalitesi sağlamada başarısız kalmıştır.

Daha önceki deneylere dayalı başka bulgular da var. Örneğin, afet bölgesindeki teşviklerin canlandırdığı inşaat faaliyetlerinin afet bölgesine pozitif etkisi olmakla birlikte, bu pozitif etki inşaat malzemeleri ikmal eden komşu bölgelerde genellikle daha yüksektir. Ayrıca, inşaat sektörüne kayan işgücü tarım dahil diğer sektörlerde ya işgücü sıkıntılarına ya da ücret artışlarına neden olmaktadır. Her iki nedenle, inşaat sektöründe artan faaliyet başka bölgelere göç eden nüfusun geri dönüşü için yeterli teşvik oluşturmamaktadır.

Daha önceki deneylerden çıkan diğer bir sonuç, afetlerin en çok yoksul kesimleri etkilediği ve ekonomik imarın yararlarının çoğu zaman bu kesimleri dışladığı yönündedir. Depremle ilgili OHAL kararnamelerinin öngördüğü zorunlu yer değişimi, kentsel dönüşüm sonucu ortaya çıkan soylulaştırma ve deprem-sonrası ekonomik yeniden yapılanma sürecinde rekabet edebilme zorlukları, deprem bölgesindeki eşitsizlikleri arttıran, hatta kalıcı kılan faktörlerdir.

Deprem enkazının insan sağlığı ve çevre üzerindeki zararlı etkileri konusunda daha önceki çalışmalarda fazla veri bulunmamaktadır. Ama son depremde bunun çok önemli bir sorun olduğu ortaya çıkmıştır. AKP rejiminin bu sorunu dikkate almayan yaklaşımı nedeniyle, depremzedeler ciddi sağlık riskleriyle karşı karşıyadır. Bu sağlık riskleri tarım alanlarına ve çevreye verilen zararla birleşince varoluşsal riskler haline gelmektedir.

Görüldüğü gibi, deprem-sonrası ekonomik imar ve kalkınma amaçlı piyasa teşvikleri ve OHAL sopası karışımından oluşan piyasacı bir politika setinin insafına bırakılmayacak kadar ciddi bir sorundur. Deprem bölgesinin özellikleri piyasacı yaklaşımın tehlikelerini arttıran bir faktördür. Deprem bölgesindeki eğitimli nüfus oranı Türkiye ortalamasının üstündedir. Bölgedeki öğrencilerin (ilk, orta, lise ve yüksek okul öğrencilerinin) Türkiye’deki öğrenci sayısına oranı yüzde 21,4‘tür ve bu oran bölgenin toplam nüfus içindeki payına (%16.4) göre daha yüksektir. Buna rağmen, deprem bölgesinde kişi başına gelir daha düşük, işsizlik oranı ise daha yüksektir. Bu nedenle, deprem bölgesinin ulusal gelir içindeki payı (%9.8) nüfus payına (%16,4) göre oldukça düşüktür.

Hem dünyadaki deneylerin dersleri hem de deprem bölgesinin özellikleri bölge için bir kalkınma planının gerekli olduğuna işaret etmektedir. Bu hem bölgenin halihazırda potansiyelinin altında kalan ekonomik performansını arttırmak, hem de bölge içindeki eşitsizliklerin artma riskini ortadan kaldırmak için gereklidir. Daha sonraki yazılarda deprem-sonrası bölgesel kalkınma planının temel ilke, hedef ve araçları konusuna değinmeyi umuyorum.

Mehmet Uğur
Ekonomi ve Kurumlar Profesörü
Greenwich Üniversitesi