Başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyası, hak ettiği ölçüde tartışılmadı. Tartışmanın yaşandığı durumlardaysa, bu kampanyayı başlatan başörtülü kadınlar hak etmedikleri eleştiri ve suçlamalara muhatap oldular. Türkiye 2002 Kasım ayından beri AKP tarafından tek başına yönetiliyor.

Cumhurbaşkanı Gül’ün, Başbakan Erdoğan’ın, TBMM Başkanı Şahin’in, erkek bakanların ve üst düzey bürokratların çoğununun eşlerinin başörtülü olduğu bir ülkede, başörtülü milletvekili konusu neden hâlâ bir tabudur?

Bu sorunun cevabını bulmak için 1980’li yıllardan itibaren, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşanan İslami yükselişi ve bunda kadınların oynadığı rolü iyice irdelememiz gerekiyor. 2000 yılı sonunda Metis Yayınları’ndan çıkan “Direniş ve İtaat: İki İktidar Arasında İslamcı Kadın” adlı kitabımda bu konuyu ele almaya çalışmıştım. 10 yıl geçmesine rağmen o kitapta yaptığım bazı değerlendirmelerin hâlâ geçerli olduğunu düşünüyorum.

Bugünkü yazımda, izin verirseniz, sözünü ettiğim kitabımdan bazı alıntılar yapacağım:

* İslam’da kadının yerini değerlendirmede şimdiye kadar üç temel görüşün mücadelesine tanık olduk: a) Müslüman kadınların koşullarının iyileşmesi için dinlerini terk etmelerini şart koşan görüş; b) Müslüman kadınların koşullarının, İslam içinde kalarak da iyileşebileceği görüşü; c) İslam’da zaten kadın sorunu olmadığı görüşü.
Birinci görüşte “İslam, her din gibi kadın düşmanıdır” şeklinde özetlenebilecek ateist yaklaşımdan çok, diğer dinlerin misyonerleri tarafından savunulan “İslam kadın düşmanıdır” yaklaşımı ağır basıyor. Müslüman toplumlardaki laiklik yanlısı aydınlar da şu ya da bu şekilde bu görüşlerden etkileniyor, ama şu ya da bu nedenle İslam karşıtlığı yapmıyor, yapamıyorlar.

Yine de laiklik yanlılarının esas olarak ikinci grupta toplandığı ortadadır. Zaten bu öbekte yer alanlar çok geniş bir yelpaze oluşturmakta ve İslam’a, kadına ve İslam-kadın ilişkisine bakışta birbirlerinden epey farklılaşmaktadırlar. Dikkat çekici olan nokta, bu öbeğe son dönemde İslami kesimden katılımların hızla ve nitelikli bir şekilde artmış olmasıdır. Diğer bir deyişle, üçüncü görüşün, yani “Müslüman kadının eşitlik ve özgürlük sorunu yoktur,” diyenlerin etkisi giderek kırılıyor.

* 1985’ten itibaren Türkiye’deki İslami hareketliliği gözlemeye ve anlamaya çalışan bir gazeteci olarak, bu dönemi, hiç tereddütsüz bir şekilde şu üç cümleyle özetleyebilirim: 1) İslami harekete en büyük damgayı kadınlar bastı. 2) İslami harekette en büyük çileyi kadınlar çekti. 3) İslami hareket, bir erkek hareketidir.

* Bütün bu süreç boyunca rakipleri, sürekli olarak, İslami hareketin en zayıf noktası olarak gördükleri kadın sorununu kaşıdılar. Buna karşılık İslamcılar, uzun bir süre (en azından 28 Şubat 1997’ye ve 312. maddeden mağdur olmaya başladıkları ana kadar) “inananlara baskı yapıldığı” iddialarını doğrulamak için sadece türban sorununu gösterebildiler. Sonuçta İslamcı kadınlar, kendilerini hazırlıklı olmadıkları ölçüde büyük ve ciddi bir çatışmanın içinde buldular. Sonunda direnmeyi seçenler mesleklerini, okullarını kaybederken, direnemeyip itaati seçenler de büyük bir burukluğun içine yuvarlandılar. İçlerinde fiziki ve ruhsal sağlıklarını yitirenler de oldu.

* İslamcı kadınların kaybetmeleri kaçınılmazdı. Çünkü kendileri ne kadar güçsüzse sistem de o kadar güçlüydü. Onların sistemle hem İslamcı, hem kadın oldukları için sorunları vardı. Sırf kadın oldukları için diğer sistem karşıtı hareketlerden, sırf dindar oldukları için de diğer kadın hareketlerinden destek bulamadılar.

Üstüne üstlük kendi hareketlerinin mutlak desteğinden de mahrumdular. Çünkü İslami hareketin ana gövdesi sanıldığının aksine, mevcut sistemi devirmeyi filan düşünmüyordu. Ayrıca her zaman, tepeden tırnağa erkeklerin egemenliği altında olmuştu. Dolayısıyla İslami hareketin yükselişi İslamcı erkeklerin yükselişi anlamına geliyordu. Bütün bu süreç boyunca kadınların önü hiçbir şekilde açılmadı. RP kapatılana kadar tek bir kadın bile milletvekili adayı gösterilmedi, belediye başkan adayı olmadı, belediye meclislerine seçilmedi, parti il yönetimlerine getirilmedi. Tek bir kadın cemaat lideri görmedik. Cemaatler adına konuşan kadınlarla da karşılaşmadık. Kadınlara mahsus yayın organları dışında, kadınlara köşeler verilmedi. Ve işin acısı, şu ya da bu nedenle kadınlara da bazı makamlar sunulması zorunlu hale gelince, çekirdekten yetişme kadınların değil de, yeni transferlerin ya da İslamcılıkla ve/veya söz konusu cemaatle ilişkileri tartışmalı kadınların önü açıldı.

* Hareketin erkek liderleri, daha fazla oy, daha geniş kitle desteği ve dolayısıyla sistemin egemen güçleriyle daha elverişli pazarlık imkânları elde edebilmek için kadınları bir koz, bazı durumlarda da bir şantaj öğesi olarak ortaya sürdüler. Dolayısıyla kadınlar da olmalıydı, ama asla feministlik taslamamalıydılar. Ve erkeklerden izin almadan zinhar sisteme kafa tutmamalıydılar.

* İslamcı kadınlar yenildi, çünkü kendilerine zulmettiklerini iddia ettikleri “laik” iktidara, yani sisteme karşı mücadele ederken, yine kendilerini ezen İslamcı erkeklere ses çıkarmadılar, hatta onlara, iktidarlarını daha da pekiştirmelerinde yardımcı oldular.

Zaten iki iktidar arasında sıkışmış oldukları için başarılı olma şansları çok azdı. Bir iktidarı diğerine tercih ettikleri için bu azıcık şansı da teptiler. İslamcı kadınlar yenildi, çünkü İslamcılıklarını kadınlıklarının önüne geçirdiler.

Haklarını yemeyelim, başka türlü davranma imkânları da çok yoktu. Çünkü laik feminist çevrelerle “kadınlık” temelinde bir arada olmalarına kimse izin vermedi, bundan sonra vereceğe de benzemiyor.

* 1994 yerel seçimlerinden kısa bir süre sonra Ankara’da bir “laik tartışma grubu”na İslami hareketleri anlatmak için davet edilmiştim. Orada kendisini feminist olarak tanımlayan biriyle aramızda şöyle bir diyalog geçmişti:
İslami kesimde de feministler var, neden onlarla ilişki kurmuyorsunuz?

Hem İslamcı hem feminist olunamaz.

Neden?

Çünkü Kuran buna izin vermez.

Size ne, bu onların sorunu...

Yok, bu esas bizim sorunumuz.

Hıristiyanlar, yahudiler, hindular, budistler pekâlâ feminist olabiliyorlar; birçok ülkede feministler, dindarları, kimliklerini terk etmeden kendi saflarına çekebilmek için özel gayret sarfediyor, bu amaçla ayrı örgütlenmelere gidiyorlar. Bunun dışında, dünyanın değişik bölgelerinde dinsel örgütlenmelerle feministler çatışabildikleri gibi, kimi somut durumlarda ortak da hareket edebiliyorlar. Fakat iş İslam’a ve müslümanlara gelince nedense her şey tersine dönüyor ve yukarıdakine benzer diyaloglar yaşanıyor.

* Kuşkusuz dindar kadın feminist olmak zorunda değil. Ama kadın haklarını savunma, erkek egemenliğine direnme iddiasındaysa, erkeklerin ürettiği yalan-yanlış suçlamalarla feminizme saldırmamak zorunda. Aksi takdirde, iki farklı iktidara karşı mücadelesinde hükmen mağlup konumunu değiştirebilmesi mümkün görünmüyor.