Ben Ankara’nın belalı semtlerinden birinde büyüdüm. Bakmayın şimdi Başbakan’ın oturduğu semt olduğuna, bir zamanlar Keçiören, Ankara’nın içinde bir getto gibiydi. Mahalle kültürünün hâkim olduğu sokaklarda kavga eksik olmazdı.
Üstelik kavga etmek için özel bir nedene de ihtiyacımız yoktu. Bazen bir bakış ya da yabancı bir mahalleden bizim sokağa yolunuzun düşmesi bile dayak yemeniz için yeterliydi. Mahalle bakkalının önündeki duvarda oturup elinde Tekel bira şişeleri ile gün boyu takılan ‘abiler’, önlerinden geçen birilerine aniden “Ne bakıyon lan?” diye seslenir, karşısındakinin “Bakmak suç mu?” lafını duymayı beklemeden tekme tokat girişirlerdi. Yıllar yılları kovaladı ve bu kavgaya giriş cümlesi de arkada bıraktığım Ankara ve çocukluğum gibi zihnimde silindi gitti.
Dün Radikal gazetesi basılınca bilinçaltımdaki o cümle hortlayıverdi. Basılmayan bir kitabın basılarak nüshalarının alınması ve gazetecilerin bilgisayarlarından bir çocuğa kızar gibi kalanların silinmesi çok ağırıma gitti. Sanki birileri “Ne düşünüyorsun lan?” diye sormuş gibi geldi. O kitabın içinde nasıl bir terör suçu olabilirdi ki yakılmadan beter silinecek bir içerik taşısın? Bir kitap nasıl bu kadar tehlikeli ve zehirli bir içeriğe sahip olabilirdi ki sahip olan kişi terör örgütü üyesi sayılsın? Aklım almadı. Hâlâ almıyor...
Bizim gibi işi gücü yazmak olan gazeteciler için artık mesleğimiz ateşten bir gömlek haline geldi. Eskiden yazılan kitaplar için davalar açılırdı, artık yazımı bitmeyen kitaplar için insanlar cezaevini boylayıp dava açılmasını cezaevinde bekliyor. Bilgisayarlarımıza girmesinden korktuğumuz virüsler, hepimizin beynine salınıyor. Bazı konularda kalem oynatmak, savaş muhabirliği kadar tehlikeli bir hale gelmişe benziyor. Yakında biz gazetecilere bir çip takmalarından korkuyorum. Tehlikeli şeyler düşünmeye başladığımız an “Ne düşünüyosun lan?” diye beynimize yumruğu çakan bir çip. Artık o çipi biz gazetecilerin neresine takarlar, onu da bilmiyorum.
Bir arkadaşım bundan 3 yıl önce bir kitap yazmaya başladı. Olaylar 2015 yılının Türkiye’sinde geçecekti. Siyasi bir romandı... Bugünün kahramanlarının 2015 yılındaki halleri ve bugünün Türkiye’sinin 2015 yılındaki halini anlatan bir polisiye gerilim. Yani yazar arkadaşım üfürüp üfürüp ipe dizecekti. Affedersiniz ama k.çından uydurarak tamamen uydurmaca bir roman yazacaktı. Nitekim yazmaya başladı. Fantastik siyaset tarzındaki kitabın yarısına gelmişti ki Türkiye’deki gerçekler arkadaşımın tezahürlerinden daha fantastik bir noktaya gelmeye başladı. En sonunda müdahale etmek zorunda kaldım. “Yahu yaşadığımız olaylar o kadar sürreal ki senin yazdıkların basit ve gerçek dışı kalacak kadar sıradan. En iyisi yazma sen bu romanı” dedim... O da yazmayı bıraktı.
Dün Ezgi Başaran, Radikal gazetesi basıldığında twitter’da bir Çin bedduası olan “İlginç zamanlarda yaşayasın” diye yazdı. Gerçekten ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Bunları böyle açık açık yazıyorum ya, biraz ileri gittim sanırım. İçimdeki çipten, beynimdeki virüsten bir uyarı geldi: “Ne düşünüyon lan!” Dannnn. Kafama bir yumruk!

Panzerle çiçek sulamak
Hiçbir Türk politikacının yapamadığını Osman Baydemir yaptı. Sivil itaatsizlik eyleminde kendisini desteklemek için gelenleri sakinleştirmek için hemen yanı başındaki panzere tırmanıverdi. Gerçi amacı yüksek bir yere çıkmaktı, ama ortaya öylesine ilginç bir görüntü çıktı ki fırsatı anında gole çevirdi. Polislerin şaşkınlığı ne kadar komikse Osman Baydemir’in olayı lehine çevirip bir demokrasi kahramanı fotoğrafına çevirmesi de o kadar dâhice. Bu halkla ilişkiler kafası ile günün birinde Diyarbakır’daki bulvarlarda çiçeklerin panzerle sulandığını görürsem şaşırmayacağım.

Nihat Doğan kafası
Yeni fenomenimiz Nihat Doğan, Survivor adasına gitmeden önce Saba Tümer’e konuk oldu. Yaklaşık yarım saat boyunca canlı yayında Acun Ilıcalı ile yaptıkları halı saha maçını anlattı. Ardından play station muhabbetine girişti. Zaten bir adaya, yarışmaların olduğu bir ‘mücadeleye’ gidiyorlar. Ne hayat yahu... Böyle bir kuşak var. Ben buna büyümeyen oğlanlar diyorum. Eşşek kadar olmuş, bakarsın hâlâ aklı fikri sanayide araba toparlamada. Bir başkası motosikletin üzerinde yaşlanıyor. Bir diğeri play station’dan gözleri kan çanağı. Sabahlara kadar ‘takılıyor’. Gel de kıskanma! Hayat, Nihat Doğan’lara güzel… Bakın sırf Nihat Doğan için Survivor daha başlamadan müdavimiyim diyebilirim. Hele bir de Derya Büyükuncu ile ıssız adada halı saha maçı yaparlarsa yeme de yanında yat...

TOKİ’ye yeni görev İstanbul’da depremi düşünen tek bir kişi var, o da Ali Ağaoğlu. Yıllardır her çıktığı programda İstanbul’daki binaların deniz kumu ile yapıldığını ve % 70’inin ömrünü tamamladığını iddia ediyor. Kaygılarının ticari değil insani olduğuna inanıyorum. Buradan Başbakan’a bir çağrı yapmak istiyorum. Sayın Başbakan, gelin başarılı işlere imza atan TOKİ’nin gelecek dönemdeki misyonu bu binaları yıkmak olsun. Yıkılan alanlar yeşil alana döndürülsün ve yeni bir İstanbul kurulsun. Sayın Başbakan, pisi pisine depremde ölmek istemiyoruz. Orada sesimi duyan var mı?