Yaklaşık sekiz yıl önce yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısıyla ilgili Wikileaks belgesini bir okuyun.

Amerikan belgesine yansıdığına göre o zamanki Cumhurbaşkanı Sezer ile kurula katılan generaller bir olmuşlar ve dönemin Başbakanı Gül’e bir anlamda muhtıra vererek, yeni hükümet için koydukları “kırmızı çizgileri” epeyce kaba bir üslupla bildirmişler.

En önem verdikleri konu ne?

“Kamuda başörtüsü konusunu tartışamazsınız bile.”

Aradan onca zaman geçti ve Türkiye bugün neyi tartışıyor?

“Başörtülü milletvekilini.”

Peki ne görüyoruz?

Siyaset sahnesinin aktörleri, sekiz yıl öncesinin generalleri gibi konuşuyorlar.

O generaller gitmiş ama onların “zihniyeti” ve yarattıkları korku hala durduğu yerde duruyor.

Gidin Anadolu’yu bir dolaşın.

Büyük şehirlerin varoşlarını bir dolaşın.

Kaba bir gözlemle bile bu ülkenin kadın nüfusunun yaklaşık yüzde altmış, yetmişinin başörtüsü taktığını görürsünüz.

Böylesine geniş bir kesimin parlamentoda temsil edilmemesinin “siyasi” ya da toplumsal hiçbir açıklaması olamaz.

Herhalde o kadınlar, “bizi, bizim gibileri, bizleri temsil edenleri asla parlamentoya sokmayın” demiyor.

Peki, “sizi parlamentoya sokmayacağız” diyen kim?

CHP’liler.

CHP’nin seçmen desteği ne kadar?

Yüzde yirmi beş otuz arası.

Desteği bu kadar düşük olan bir partinin görüşünün “belirleyici” olmasını, çoğunluğun temsilcilerine parlamento yolunu kapatabilmesini “siyasetle” açıklamak mümkün mü?

Bu, ancak devlete hala hakim olan “general zihniyetiyle” açıklanabilir.

“Askeri vesayetin bittiğini” söyleyenler bilmiyorum bu konuda başka bir neden bulabilirler mi?

Peki, biz bu “vesayeti” ve generallerin yarattığı korkuyu ne zaman aşacağız?

Bunun için hiç öyle anayasa değişikliği falan gerekmez.

Çünkü anayasada böyle bir yasak yok.

Başörtülü kadınların Meclis’e girmesinin “laikliğe aykırı olduğunu” iddia eden saçma sapan ve yasal dayanağı olmayan “tezden” başka bir engel bulunmuyor ortada.

Kadınlarımızın büyük çoğunluğunun sokaklarda başörtülü dolaşması laikliğe uygun ama Meclis’e girmeleri laikliğe aykırı, mantık mı şimdi bu?

Artık bu manasızlıkları ve korkuları bir kenara itmenin zamanı gelmedi mi?

Bu ülkeyi hep “general aklı” mı yönetecek?

Üç yüz generalin sözü, yirmi otuz milyon kadının sözünden önemli olduğu sürece burada “demokrasiden” ve normalleşmekten söz edemezsiniz.

Peki, o sırada generallerle onların yakın dostu olan cumhurbaşkanının başka kırmızı çizgisi neymiş?

Amerikalıların öğrendiğine göre, “anayasanın değiştirilemez maddelerinin” asla değiştirilemeyeceğiymiş.

Bugün de başörtüsü gibi hala bunu tartışıyoruz.

Ve siyaset, aynen başörtüsünde olduğu gibi bu konuda da hala generallerden korkuyor.

Aslında ülkeyi hala generaller yönetiyor, anayasa ve başörtüsü tartışması bunun açık kanıtı değil mi?

Generaller, hiç üstlerine vazife olmayan işlerle uğraşıyorlar ama ordunun içine sokulan suçlarla ve suçlularla hiç ilgilenmiyorlar, ne Ergenekon var gündemlerinde, ne Susurluk.

Önceki akşam Mehmet Baransu ve Sadık Güveç’e son demecini verdikten sonra dün gözaltına alınan eski Özel Harpçi Ayhan Çarkın’ın dile getirdiği korkunç iddialar var.

Elindeki “Susurluk’u tümüyle ortaya çıkaracak” kaseti savcıya vereceğini açıklayan Çarkın, büyükelçilerimizden bazılarını “devlet görevlilerinin” öldürdüğünü, Gayrettepe’ye kendisiyle ekip arkadaşlarını öldürmek için bomba konup “tüp gaz patladı” dendiğini, Beykoz’da Hizbullah yöneticilerinin öldürüldükten sonra olaya “çatışma görüntüsü” verildiğini ileri sürüyor.

Bu iddiaların ne ölçüde doğru olduğunu bilmiyoruz, bunları polisler ve savcılar ortaya çıkaracak ama generallerin hiç bu konularla ilgilenmeyip, bir başbakandan bunların ortaya çıkarılmasını talep etmeyip sadece “başörtüsünden” söz etmesine ne diyorsunuz?

Bu ülkenin, hala bu aklın “vesayetinde” yönetilmesine razı mısınız?