Şahsi meseleler, toplumsal davalar

Kürt meselesi üzerine çalışan akademisyen Mesut Yeğen geçtiğimiz günlerde biri Radikal İki’de, diğerleri Taraf’ta yayınlanan üç yazı yazdı, ODTÜ’de öğretim üyesi iken profesör olmak için yaptığı iki başvurunun nasıl reddedildiğini anlattı. Daha sonra, Mesut Yeğen’in jürisinde bulunan ve halen ODTÜ’de profesör olan Feride Acar’dan yazılı bir cevap geldi. Acar, Mesut Yeğen’in herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmadığını, akademik açıdan yetersiz olduğu için terfi edemediğini, ne var ki Mesut Yeğen’in yazdıklarıyla şahsi bir meseleyi toplumsal bir davayla ilgiliymiş gibi göstererek kamuoyunu yanılttığını iddia etti.

“KİŞİSEL OLAN POLİTİKTİR”

Şahsi meseleler toplumsal davalarla ilgili midir? Feministler bu soruya hiç tereddütsüz evet diye cevap verirler. Feministlere göre, kadınların kişisel hayatta karşılaştığı sorunlar toplumsal cinsiyet hiyerarşisinden kaynaklandığı ölçüde şahsi olmaktan çıkar ve politik meselelere dönüşür. Mesela, kocasından dayak yiyen bir kadının durumu şahsi bir sorun olmaktan çıkmıştır, çünkü şiddetin kaynağında yatan şey kadına her türlü eziyeti reva gören erkek zihniyeti ve bu zihniyeti bir şekilde hoş gören toplumdur. İşte, feministlerin o meşhur “kişisel olan politiktir” şiarıyla anlatmaya çalıştıkları şey budur. 

Feministler, profesyonel mesleklerde çalışan kadınların sıkça yaşadığı ve şahsiymiş gibi görünen, terfi edememe, yükselememe, yönetici pozisyonlara bir türlü ulaşamama gibi problemlerin de gayet politik sebepleri olduğunu düşünürler. Çalışan kadınların meslekte yükselmesine mâni olan bir yasa yoktur, fırsat eşitliği denen bir şey vardır, lakin kadınlar bir türlü tepelere çıkamazlar. Erkekler ise yönetici kadroları silme doldururlar. “Cam tavan sendromu” cinsiyete dayalı ayrımcılığın kadınların önünü nasıl kestiğini açıklayan bir kavram.

Cam tavan sendromu, terfi sürecinde kadınların yaşadığı ayrımcılığın yasalarla düzenlenmediğini ve yazılı kurallara dayanmadığını, engelin daha ziyade görünmez olduğunu ve bu engelin varlığını ancak ona çarptığınızda farkedebileceğinizi anlatıyor.

Mesela, bankada çalışan bir kadının yükselmesinin önünde hiçbir yasal engel yoktur. Eğitimli olduğu ve gerekli emeği verdiği sürece o da herkes kadar yükselme şansına sahiptir. Fakat yazılı kurallarda olmayan ama herkesin bildiği birşey vardır: yönetici olmak her daim fazla mesai yapmayı gerektirir ve çoğu kadın bunu yapamaz, çünkü kadının çocuğuna bakması gerekir.

Çocukların bakıcısı olsa bile bakım işlerinin sorumluluğu ve duygusal yükümlülüğü kadın için daha fazladır. Hal böyleyken, çoğu kadın yükselmekten vazgeçer. Bu durum, kadının şahsi tercihi değildir, cinsiyetçi işbölümü kadının önünde dikilen ama görünmez olan bir engeldir. Her daim fazla mesai yapan, çocuk ve aileden vazgeçen kadın için de durum pek farklı değildir. Çalışma hayatı erkeklere has bir kulüp ortamı olduğu müddetçe, çalışan kadın hep çemberin dışına itilecek, terfisi hep gecikecektir.  

Cam tavan sendromu yalnızca kadınların maruz kaldığı türden bir ayrımcılık değil. Türk akademisinde resmi ideolojiyi eleştirip tabu olan konular üzerine bilimsel çalışmalar yapanlar da camdan tavana çarpıyorlar. Tıpkı Mesut Yeğen gibi görünmez engellerle karşılaşıyorlar. Türk üniversitelerinin haline bakmak değişmeyen bir manzarayı izlemek gibi: Türkiye’de tabu olan konuları çalışan akademisyenler bir türlü terfi edemiyorlar, önlerinde bariz yasal engeller yok ama nedense üst kademe pozisyonlara ulaşamıyorlar. Diğer yandan, tabu olan konuları çalışmayan akademisyenler hızla yükselebiliyor, profesör, rektör olabiliyorlar.

Bu noktada camdan tavana çarpan akademisyenlerin kendi hikayelerini kamuya anlatmaları ve kendilerine ayrımcılık uygulayan isimleri, tıpkı Mesut Yeğen’in yaptığı gibi, deşifre etmeleri çok önemli. Mesut Yeğen Türkiye akademisindeki yapısal sorunları “sistematik” bir biçimde eleştiren bir yazı yazmış olsa idi, hepimizin adımız gibi bildiği bir toplumsal garabete değinmiş olmakla kalacaktı (o zaman ikinci yazısı da muhtemelen Radikal İki’den sansür yemeyecekti). Yeğen, bunun yerine, isimleri ortaya döktü ve üniversiteler, devlet ve sermaye arasındaki somut ittifakları teşhir etti. Tam da bu yüzden, Mesut Yeğen’in yazısı şahsi bir hikaye olmaktan çıktı ve politik bir meseleye dönüştü.

Türk akademisinde Kürt meselesi çalışmanın ne kadar zor olduğunu İsmail Beşikçi’nin hayatı dolayısıyla biliyoruz. İsmail Beşikçi Kürtler üzerine sosyolojik araştırmalar yaptığı için camdan tavana çarpmakla kalmadı, hayatının 17 yılını demirden bir kafeste geçirmek zorunda kaldı.

İSMAİL BEŞİKÇİ’NİN YANINDA OLALIM

Kürtlerden ve Kürtçeden söz ederek bölücülük ve ırkçılık propagandası yaptığı gerekçesiyle defalarca yargılandı, hala da yargılanıyor. Geçen sene, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yazdığı bir yazıdan dolayı İsmail Beşikçi hakkında ‘PKK örgütü propagandası yapmak’ suçlamasıyla dava açtı. Davaya sebep olarak gösterilen yazı ise Beşikçi’nin yazdığı ‘Ulusların kendi geleceğini tayin hakkı ve Kürtler’ başlıklı yazısı. İsmail Beşikçi’ye açılan davanın üçüncü duruşması 4 Mart günü, saat 09.30’da İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde (Beşiktaş Adliyesi) yapılacak. Beşikçi Cuma günü bir kez daha yargı karşısına çıkacak. Biz de o gün İsmail Beşikçi’nin yanında olalım. Camdan tavanların ve demirden kafeslerin karşısında, özgür düşüncenin yanında duralım.