Ahmet Şık davası çok önemli bir soruyu gündeme getiriyor: Terörle Mücadele Kanunu’dan (TMK) yargılanmış ve ceza yemiş pek çok basın mensubu var, büyük medya bugüne kadar onları niye hiç gündeme getirmedi?

Oysa, Ak Parti Hükümeti 2006 yılında Terörle Mücadele Yasasında değişiklikler yaptığında Kürtler ve sosyalist çevreler yasanın meclisten geçmesini engellemek için yoğun mücadele vermişti. Pek çok insan yasanın sakıncalarına dikkat çekmiş, yasanın kaldırılması için gösteriler düzenlenmişti. Yasa meclisten geçer geçmez Kürt gazeteleri peşpeşe kapatıldı, toplu tutuklamalar yapıldı, Kürt ve sosyalist basın mensupları yüzlerce yıllık cezalar aldı. Bu olanlar neden gündemde kendine yer bulamadı?

“Gündemler o kadar farklı ki aslında. Burada insanların çok önem verdiği konular orada belki hiç önemli değil. Orada çok önem verilen bir konu burada hiç önemli değil. Bunun bir ortalamasını sağlamak gerek.” Bu sözler Eren Keskin’e ait. Keskin, geçen hafta Banu Güven’in Artı adlı programına konuk olduğunda Kürt illeri ile Türkiye’nin geri kalanı arasındaki uçurumu bu şekilde ifade etmişti.

Eren Keskin’in Özgür Gündem gazetesinin çıkış amacına dair söyledikleri, aslında TMK’nın Türkiye’de niye bu kadar az gündeme geldiğini de açıklıyor. Yani, mesele sadece büyük medyanın sessizliğinden ibaret değil. Türkiye’de Kürtlerin yaşadıkları çok önemsenmiyor. Kürtlerin zulüm görmesi neredeyse kanıksanmış. Politik bir mevzunun Kürtlerle ilgili boyutu bir türlü gündeme gelmiyor. O mevzu ancak AK Parti, Ergenekon davası ve devletin kurumlarına sızan Gülen Cemaati çerçevesinde gündeme geliyor.

Bu durum “Polis Devleti” ile ilgili hararetli tartışmalar için de geçerli. Polis teşkilatındaki değişim, şayet Gülen Cemaati teşkilata sızıyor veya Ak Parti hükümeti sivil dikta rejimi kuruyor ise tartışmaya layık bir konu haline geliyor.

Halbuki, polis teşkilatının yeniden yapılandırılmasının Kürtlerle ilgili önemli bir boyutu var. Artık, büyük kentlerde kolluk güçlerinin görevlerinden birisi şehre göç etmiş Kürt nüfusunu denetim altında tutmak. Şehrin asayişini tesis etmeye yönelik uygulamalar, zorunlu göç sonucu kentlerde yaşamaya başlayan Kürtlerin polisiye tedbirlerle kontrol edilmesini öngörüyor. Dr. Zeynep Gönen İzmir polis teşkilatı üzerine yaptığı ve Toplum ve Kuram dergisinin üçüncü sayısında yayımlanan sosyolojik alan araştırmasında bu meseleyi detaylı bir biçimde ele almış.

Zeynep Gönen, İzmir Asayiş Polisi bünyesinde yeni kurulan Huzur ve Asayiş Ekipleri’nin nasıl işlediğine bakmış. “Önleyici polislik” stratejisi çerçevesinde kurulan bu ekiplerin görev amacı suçun işlenmeden önlenmesi. Huzur polisinin görev alanları suçların çoğunlukla gerçekleştiği kalabalık şehir merkezleri, yoğun insan trafiğinin olduğu hastaneler, alışveriş merkezleri ve pazarlar. Ekipler “hedef kitlesi” dedikleri şüpheli şahıslar üzerinde yoğunlaşarak kimlik sorgulaması ve GBT kontrolü yapıyor ve bu yollar suçlulara ulaşmaya çalışıyor. Polis bu uygulamayla, bir yandan da, potansiyel suçlulara gözdağı vermeyi amaçlıyor. Kimlik kontrolünün hedefinde yer alan gruplardan biri de varoşlarda yaşayan genç Kürtler.

Yeni asayiş ekipleri şehrin sokaklarını gözetim altında tutarken çoğunlukla işsiz ya da enformel sektörde çalışan, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı gecekondu mahallelerinden gelen (Kadifekale, Narlıdere, Gültepe, Yamanlar vs.) ya da doğum yerleri Kürt şehirleri olan genç erkekleri hedef kitlesi olarak seçiyor ve onları kimlik kontrolünden geçiriyor. Gönen, bu uygulama sebebiyle genç Kürt erkeklerinin sık sık nedensiz kimlik sorgulamasına maruz kaldığını belirtiyor. Kimlik sorgulaması sırasında polis otoritesine yapılan en küçük bir sorgunun sert bir tepkiyle karşılandığını ve polise mukavemet suçlamasına dönüştüğünü de belirtmiş. Neticede, İzmir varoşlarında yaşayan genç Kürt erkekler potansiyel suçlu muamelesi görüyor ve bu durum polisin yeni asayiş tedbirleriyle kurumsallaşıyor. Bu asayiş tedbirleri esasında etnik bir grubun kriminalize edilmesine yol açıyor.

Ahmet Şık’ın tutuklanması ile birlikte Terörle Mücadele Kanunu hakkında büyük medyada daha kapsamlı bir tartışma başladı. En son, Radikal gazetesi yazarı Dilek Kurban TMK ile kurulan olağanüstü hukuk rejiminin Kürtleri nasıl “terör suçlusu”na dönüştürdüğünü ve tecrit ettiğini yazdı. 2007 Haziran ayında kabul edilen Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu da benzer bir mantık örgüsüne sahip. Polisin suçla mücadele alanında yetkilerini artıran bu yasa ve “önleyici polislik” stratejisi, Kürt gençlerinin bir “asayiş sorunu” olarak görülmesine ve “potansiyel suçlu”lara dönüşmesine zemin hazırlıyor. Ne var ki, gündemdeki “Polis Devleti tartışmaları mevzunun bu boyutunu tamamen gözardı ediyor.