Bazı kadınlar var, 20’li yaşlarında donup kalmışlar. Dışardan çok garip gözüküyorlar. Giysiler, tavırlar, vücut dili, kendini ifade ediş biçimi tam bir genç kızınki gibi. Ama bedeni 60 yaşındaki bir kadının bedeni. Sanki, 20 yaşındaki bir genç kız hiç ait olmadığı bir bedende tıkılmış kalmış. Bu “geçkin genç kızlar”ın hayatında bir olgunluk dönemi olmuyor. Zaman geçip gidiyor, yaş 60’a geliyor, fakat o kadın 20 yaşından bir adım bile öteye gitmiyor. Kendisini hala tanımıyor, hayata ve insanlara bakışında herhangi bir olgunluk alameti gözükmüyor.

İşte bu, genç kalma tutkusunun en korkutucu yan etkisi. Yani, genç görünmek için uğraşırken kişiliğin genç bir yaşta takılıp kalması, güdük kalması. Sırf genç kalma sevdasına kapılmış kadınlarda görüldüğünü zannetmeyin. Yalnızca onlara has bir durum değil. Şehirli kadınların çoğu bu durumun etkisi altında. Çünkü, dünya ekonomisi ve popüler kültür genç kız fenomeninin etkisi altında. Genç kız öncelikle piyasanın merkezinde. Cep telefonundan, kıyafete kadar pek çok ürün genç kızlar için tasarlanıyor. Popüler kültür sadece genç kızların tecrübelerine odaklanıyor. Diziler, filmler, kitaplar, şarkılar hep genç kızların başına gelen hikayeleri anlatıyor. (onu da hakkını vererek değil, bakışma-öpüşme-giyinme çerçevesinde anlatıyorlar). Filmlerdeki rolleri de bizzat genç yaştaki kızlar oynuyorlar. 35 yaşındaki bir kadın ise ancak 17 yaşındaki birinin annesi olarak yer buluyor kendine.

Kadın yaşı ilerledikçe kenara itilme tehlikesiyle karşı karşıya. Her yaş dönümünde daha da keskin bir viraja giriyor. Ve her kadın genç kalma baskısı ile bir şekilde mücadele etmek zorunda kalıyor. Daha bir ay önce The Guardian’da haber oldu; 52 yaşındaki Sandra Rawline adlı bir kadın beyaz saçlarını boyamayı reddettiği için işten atılmış. Rawline, Amerika’da bir gayrimenkul firmasında yönetici olarak çalışıyormuş. Firma Houston şehrinin daha merkezi bir yerine taşınma kararı alınca, patron kadının yanına gelmiş ve daha “kalburüstü bir görüntü”ye kavuşması gerektiğini söylemiş. Saçını boyat, daha trend kıyafetler giy, aksesuar kullan diye tavsiyeler vermiş. Kadın da, “ben buyum, saçlarımda 20 yaşından beri beyazlar var, boyamayacağım” deyince, işten atılmış. Sonra yerine yeni birisi alınmış: Kendisinden 10 yaş küçük başka bir kadın.

Genç kız fenomeni kadınları tek tek hırpalamakla kalmıyor, daha genel bir etki de yaratıyor. Genç kız kültü, genç kızlık kültürüne, o da toplumdaki egemen kültüre dönüşüyor. Genç kızlık kültürü, toplumdaki değerler sistemini belirliyor. Enerjik, dinamik, spontan, maceracı olmak, diri kalmak, sosyal kelebek olmak, kendine gömülmüş vaziyette olmak gibi gençlikle özdeşleşen değerler ön plana çıkıyor, geçer akçe oluyor. İşte, kadınları güdük bırakan da bu oluyor. Kadınlar, yalnızca, genç görünmeye değil, genç hissetmeye de çalışıyorlar. Bu yüzden, 20’li yaşların bir yerinde takılıp kalıyorlar. Olgunlaşmak, bilgeleşmek, tecrübe sahibi olmak gibi insanın ancak yaşlandıkça kazanabileceği hasletler kadınlar arasında pek rağbet görmüyor.

Kadınların genç kız kültünü bir şekilde yıkmaları lazım. Bunun nasıl yapılacağını bilmiyorum ama bildiğim bir şey var: Pek çok kadın için 40’tan hatta 35’ten sonrası kara bir delik. O yaştan sonra bir kadın nasıldır, hayata bakışı nedir, insanları nasıl değerlendirir, karşısına hangi tür engeller çıkar, seçenekleri nedir, hangi tür kararlar vermesi gerekir, gündelik hayatta ne gibi dertleri olur, hangi hastalıklarla uğraşır, nasıl bir arkadaştır, bunları hiç bilemiyoruz. Bilmek de istemiyoruz. Halbuki, yaşlı kadınlar beklenmedik ölçüde şaşırtıcı olabilirler. İnsan ve hayat hakkındaki keskin gözlemleri günlerce aklınızdan çıkmayabilir. Onları tanıdıkça, yaşlanmak daha az korkutucu gelebilir. Yaşlanmayı artık düşüş olarak değil, daha ziyade bilgeleşme ve olgunlaşma şansına sahip olacağınız bir dönem olarak görmeye başlayabilirsiniz. Şayet böyle bir yaşlı kadınla tanışmak isterseniz, Kanadalı yazar Alice Munro’yu hemen okumalısınız.