Meselelere yaklaşımımızda istediğimiz sonuçları alamayınca yöntem üzerinde düşünmek, gerekli düzeltileri yapmak yerine sinirlenmek, duygusallaşmak ve eleştirenleri hain veya düşman görmek gibi bir kötü alışkanlığımız var.

Hata yapsak bile bunun söylenmesine tahammül edemiyoruz. Hele tarihimizi iyi biliyormuş gibi geçmişimize ilişkin ezberimizden farklı bir yorum veya gerçek önümüze çıkarılınca ayarımız bozuluyoruz.

Bize kazandırılan bellek ile tarih hep kavga halinde. Belletilmiş tarihte sadece biz ve düşmanlar var.

Hiç birlikte yaşadığımız, vatanı ve hayatı paylaştığımız halklar yok tarihimizde. Varsa da düşman olarak var. Oysa tarih denilen şey ortak bir serüvendir. Onu birlikte yaşayan kümeler bile farklı yaşayabilirler ve kendilerine has gerçek algıları oluşturabilirler.

Kültür denilen şey de budur...

Oysa biz Türkler, tek bir tarih varmış ve biz onu sadece kendi yaşadığımız ve bellediğimiz gibi sanıyoruz veya öyle olsun istiyoruz. Olmuyor işte. Kolektivitenin egemenlik kaygısı Ulusal enerjimizi hep bize belletilen tarihle, bizimle yaşayıp ortak tarihin böyle olmadığını söyleyenlerle kavga ederek harcıyoruz. Eğer tarihimizden dışladıklarımız, vatanımızdan da dışlanmışsa -Ermeniler gibi- onların anlattıkları tarihle hep kavgalı olacağız.

Öyle olmadık mı?

Ancak son yıllarda sadece bu dışlanmış kümelerin çabalarıyla değil, bilgili ve vicdanlı bilim insanlarının ve demokratların da katkılarıyla tarihimizi ve sosyolojimizi ideolojiden mümkün mertebe arınmış olarak öğreniyoruz.

Haysiyetli siyaset insani gerçeklere dayanır. Gerisi ideolojiktir ve belirli kümelerin iktidarını meşrulaştırmaktan öteye gitmez. Öznesi insan olmayan tarih ve siyasete bakın, ardında ya devleti ya da başka bir kolektivitenin egemenlik kaygısını görürsünüz. Tüm tarih ve siyaset, onların iktidarını sağlamak için kurgulanmıştır.

Dünya bu siyaset anlayışından çok çekti, Türkiye halkı da. Her ülke aynı zamanda bir kültür iklimidir. Nasıl ki iklimler yaz, kış ve baharlardan oluşur, biz onların bazılarını benimseyip diğerlerini reddedemeyiz, her ülkenin tarihinden gelen kültürler arasında da tercih yapamayız. Bu toplumun (çoğul) doğasına ve tarihe aykırıdır. Böyle yapay (siyasal) bir tercihte bulunmak kendi kendisiyle sürekli kavga etmek ve tükenmek demektir.

Türkiye, Balkanlar’dan Hazar’a, Kırım’dan Mezopotamya’ya kadar uzanan bir geçmişin bize sunduğu kültürlerin bir sentezidir. Onların bir bölümünü yok etmek bizi eksiltir, yoksullaştırır. Eğer siyaset bu yolu seçmişse (ki ne yazık ki böyle olmuştur) toplumsal dengeler bozulur, eşitsizlik duygusu kültür kümeleri arasına nifak sokar.

Gerçeği yeni anlıyoruz Milli devletin dayandığı milletin kendi içinde kavgalı olması, birbirine düşmanlaşması onun nihai hedefi olan dayanışmacı, güçlü bir ulus yaratma amacına da ters düşer. Ne yazık ki Türkiye’yi yöneten irade (asker-sivil, seçilen-atanan) bu gerçeği kavramakta hep zorlandı. Ama giderek anlaşılıyor ki, toplumsal kesitleri uzlaştırarak bir sivil enerji yaratmaktansa, onları çatıştırarak dar imtiyazlı bir iktidarı sürdürmek yeğlenmiş.

Devleti korumak, toplumu güçlendirmek ve geliştirmekten daha baskın olmuş.

Bizim gençliğimizde solun sloganlarından biri “geri bıraktırılmış ülke” olma haliydi. Bunun sebebi de “emperyalizm”di.

Osmanlı’yı da emperyalizm yıkmıştı, Cumhuriyeti de zayıflatıp kendisine bağımlı hale getirmek istiyordu. Bu kolaycı analiz Osmanlı’nın bir imparatorluk (dolayısıyla emperyalist) olduğu gerçeğini saklardı.

Tabii neden zayıflayıp dağıldığı da doğru dürüst incelenmezdi. Diğer değerlendirme yani “geri bıraktırılmışlık” olgusunun dışarıdan çok rejiminden kaynaklanan buyurganlık, yasakçılık ve özgürlük noksanlığı olduğu sonradan anlaşıldı.

Yani Türkiye’nin derdi, rejimiyle olan sorunlu ilişkisiydi. Dış etmenlerin rolü ikincil düzeydeydi. Bu gerçeği daha yeni anlıyoruz. O halde artık kendimize dönelim ve tüm sorunlarımızın kaynağı olan sistemi, üretmiş olduğu korku ve düşmanlıkları, yasaları ve uygulamaları demokratik ve iç barışı sağlayacak bir anlayışın süzgecinden geçirip arındıralım.

Bunu yaparsak ne kadar çok şeyi tarihin çöplüğüne attığımızı göreceğiz.