Atalarımızın güzel bir sözü vardır: "Rüzgar eken fırtına biçer" diye.

Bizim siyasal kültürümüzün ve onun ürünü olan yönetim tarzının (buna rejim de diyebiliriz) en önemli özelliği, onun en büyük zafiyetidir de. Çoğul bir toplumda paylaşılan değerler değil, egemen kümenin kendine atfettiği değerler üzerinden bir toplum tasavvuru, hukuk ve siyaset tarzı üretmek istemiştir. Farklılıkları çatıştırmadan yönetmek yerine onları yok ederek tasarlanmış (olması istenen) bir toplum yaratılmak istenmiştir. Sosyolojiye, tarihe, yani ülke gerçeklerine uymayan bu siyaset tarzı, devlette yoğunlaşan bir merkeziyetçilik ve her alanda tahammülsüzlük, özellikle kültürde tek biçimcilik (indirgemecilik) olarak ortaya çıkmıştır.

Bu yönetim tarzına ve toplum mühendisliğine itiraz hep yargı zorbalığı ve şiddet dozu yüksek devlet hoyratlığı ile bastırılmak istenmiştir. Belirtilen arka plan anlaşılmadan 'neden ülkemizde karşı şiddet bu kadar yaygın' sorusu sağlıklı biçimde yanıtlanamaz.

Kimlik kavgası

Rejimin klonlamak istediği yurttaş tipine yüklenen kimlik özellikleri, o kimliği benimseyenlere memleketin efendisi veya sahibiymişler gibi sunulmuş. Resmen yüceltilen kimlik mensupları kendilerini diğerlerinden üstün sanarak bu eşitsiz, baskıcı ve indirgemeci sistemin savunmasını üstlenmişlerdir. "İti ite kırdırma" deyişi, canları rejimin savunulmasında harcanan insanlara yöneticilerin nasıl baktıklarını açıkça ortaya koyuyor.

Oysa kimliği nedeniyle bir tek vatandaşın bile hakkı yense, ezilse veya dışlansa, tüm toplum keyfi ve buyurgan bir idare altında demektir. Yani egemenlik milletin değildir, yönetenlerindir. Eğer hukuk, karar alma ve uygulama süreçleri milletin ihtiyaç ve tercihlerinden çok devletin önceliklerini ve çıkarlarını kolluyor ve koruyorsa; devlet görevlilerinin hesap vermesi zorlaşır, yurttaşların özgürlük, adalet ve güvenliğe kavuşma şansı azalır. Yanlışların düzeltilmesi imkanı sınırlanıyorsa ekonomik krizden, siyasal istikrarsızlıktan ve sisteme itirazın en uç noktası olan şiddetten herkes nasibini alır.

Neredeyse yüz yıldır sergilenen tablo budur. Bireye değil devlete (özellikle savunma ve güvenliğe) yapılan yatırım yüzünden ülkenin kalkınması ve bireyin üretici kapasitesi güdük kalmıştır.

2002 seçimlerinden beri bu merkeziyetçi yönetim tarzının ve indirgemeci/benzeştirici kültür politikasının mağdur ettiği kesimlerin ana gövdesi müthiş bir iktidar savaşı vermiş ve devleti topluma (en azından kendi tabanına) yaklaştırmıştır. Devlet-hükümet ayırımı büyük ölçüde son bulmuştur. Bu durum, ülkenin demokratikleşmesi ve siyasetin öznesi olarak toplumun, devletin yerine geçmesi açısından son derece önemlidir. Ancak şu sorunlar devam etmektedir.

Sorular ve sorunlar

1- Askeri vesayet süresince toplumu zapturapt altında tutmakta kullanılan kurumların çoğu hâlâ duruyor; işte YÖK.

2- Vesayet hukukundan kurtulamadık.

3- Siyaset yine kimlikler üzerinden yapılıyor ve bu da toplumu cemaatlere (kimlik merkezli topluluklar) ayrıştırıyor.

4- Milliyetçilik toplumun tüm kesimlerine nüfuz etmiş olduğu gibi siyasetin itici gücü olmaya devam ediyor. Bunun sakıncası şu: Milliyetçilik tüm milleti içine alsa ve kendisini ülke sınırları dışındaki "ötekine" karşı konumlandırsa mesele yok. Ama çok etnili (soy kümeli) bir toplumda millet tanımı bir etnik küme üzerinden yapılıyor ve egemenlik ona atfediliyorsa, o ülkede çatışma olmaması mümkün değil. Türkiye hâlâ "büyük (kapsayıcı) millet" kavramını geliştiremedi. Küçük millet tanımında ısrar, mikro-milliyetçiliklerin ortaya çıkmasına, varlık ve egemenlik mücadelesine girmesine neden oluyor. Sonunda her "milliyetin" hak ve varlık arayışı diğeri için bir varlık savunmasına dönüşüyor.

İşin başka bir yönü de etnik milliyetçiliğin tahripkar niteliğine karşı din mensubiyetine dayalı bir millet tasavvurunun ortaya çıkması. Ancak o da kendinden olmayanı dışarıda bırakan bir tutum ve kelama sahip. Vatan savunmasında ölen gayrimüslim vatandaşlara şehit denmeyeceğini ileri sürüyor. Müslüman olup Sünni olmayanı küçümsüyor.

Şimdi artık başımızı ellerimizin arasına alıp düşünelim: Bu indirgemeci ve ayrıştırıcı "küçük millet" tanımlamasını terk edip tüm yurttaşları içine alan ve eşit sayan büyük millet tanımına geçmedikçe içimizdeki kavgayı sonlandırmak mümkün mü? Bunu yapmadan demokratikleşme ve huzurlu bir toplum olma umudunu gerçekleştirebilecek miyiz?