Geçen yazımı, "Neden biz Müslümanlar (en azından bir bölümümüz) sokakları dalgalandıracak ve dünyayı sarsacak eylemlere başvuruyoruz" kıvamında bir soruyla bitirmiştim.

Neden bir kısmımız tepkimizi şiddetle ve kan dökerek gösteriyoruz; üstelik dinimiz bunun tersini emretmiş olmasına rağmen?

Demek ki sorun inancımızda ve onun telkin ettiklerinde değil. Bizim hayatı nasıl yaşadığımız ve inançlarımızı da aşan bu tecrübenin davranışlarımızı nasıl etkilediği. İşte kültür denen şey burada devreye giriyor. Kültürü 'toplu tecrübe ve doğurduğu, yani davranışlara yansıyan sonuçlar' diye tanımlarsak bu aşırı eylemleri anlamlandırmak daha kolaylaşır.

Doğu-Batı ilişkisi

Batı dünyası, İslam alemini sadece "öteki" olarak kodlamadı, 'Doğu' diye de adlandırdı. O nedenle Doğu dediğimde İslam ülkelerini kastedeceğim. Doğu, Batı'ya veya Hristiyanlığa bir antitez olarak doğmadı. İslam'ın kutsal kitabı İseviliği de Museviliği de hak dini diye kabul eder. Karşıtlık ve düşmanlık ikisinin arasındaki saldırgan ve eşitsiz ilişkiden doğdu.

Karşıtlığı, tarihsel bir olgu olmanın ötesine taşıyıp Doğu-Batı arasındaki ilişkilerde bir sabite haline getiren Haçlı Seferleri oldu. Her türlü insani değeri çiğneyerek yağma ve katliamla kirlenen bu seferler, Batı'nın Doğu'ya yansıyan karanlık yüzü oldu. Kutsal amaçların nasıl insani hırslara feda edildiği, açgözlülüğün ve kan dökücülüğün nasıl dinsel gerekçelerle saklandığı gerçeği, Doğu'nun tarihsel belleğine kazındı. Doğu, Batı'yı böyle tanıdı.

O zamanlar iki tarafın gelişmişlik ve medeniyet düzeyleri arasında pek bir fark yoktu. Ama ne zaman ki Batı, pazar ekonomisi ve sınai üretimle zenginleşti, genleşti ve emperyalist bir güç haline geldi, Doğu bu kez de onu sömürgeci bir güç olarak tanıdı.

Batı, Doğu'ya bir kez daha nüfuz ettiğinde artık yenilemeyecek kadar güçlüydü. Doğu'nun güçlenmesi için "onun ilmini ve fennini alması gerektiği"ne hükmedilince, "düşmanına hayranlık" türünde bir ruh haline bürününce Doğulu halklar, Batı'ya benzeyerek Batı ile mücadele etmek durumunda kaldılar. Orta Çağ'da bıraktıkları kendi medeniyetlerini geliştirmek yerine, tarihsel tecrübesini yaşamadıkları Batı medeniyetine yetişmeye çalıştılar. Yetişemediler. Batı da el hak onların güçsüzlüğünden yararlanıp sömürgeciliğin bütün mekanizmalarını kullandı; şiddet, istila ve aşağılama/dışlama.

Yaralı ruh hali

Batı karşısında yenilmişlik ve aşağılanmışlık duygusu, Doğu'da o kadar derine işledi ki bir ruhsal travma halini aldı. Kaybettikleri her şeyin suçunu, kendilerine pek toz kondurmadan Batı'ya yıktılar. Geriliklerinin, yoksulluklarının, güçsüzlüklerinin kaynağı olarak hep Batı'yı suçladılar. Analitik ve eleştirisel düşünce gelişmedi. Bunların yerini tepkisel tavırlar aldı. Bu kısır döngüden kurtulacak yol ve yöntemler aranmadı.

Aksine "kurtuluş ve bağımsızlık" vadederek iş başına gelen yerel önderlerinin peşinde bir yandan Batı medeniyetine ulaşılmaya çalışıldı, diğer yandan da ona karşı ulusal tepkiler gelişti. Ancak Batı medeniyetiyle rekabet edecek bir medeniyet referansı (dayanağı) olmadığı için ulusalcılık yetmedi. Ulusal kimliği takviye için dini ve cemaat referansları gelişti. Ama bunlar da Batı ile rekabet edebilecek bir medeniyet inşası için yetmedi.
Mücadele genellikle siyasal alanda verildi. Bilim, teknoloji, sanat ve felsefe alanları ihmal edildi. Bu hem siyasal alanın "çareler" (hizipler) boyutunda ayrışmasına neden oldu hem de iç kavga ile giderek radikalleşti. Büyük hamlelerle değişim gerçekleştirilemediği yani devrim yapılamadığından Müslüman ülkelerde isyanlar siyasetin karakterini belirledi.

Amaç hep (toplu) kurtuluş olarak formüle edildiği için birey ihmal edildi. Bireysel haklar ve özgürlükler, topluluğun selameti için feda edildi. Bizim mahallede özgürlükten değil istiklalden söz edildi. Ama istiklal veya sömürgecilik sonrasında insanlar yine özgür olmadı. Kendi önderlerine ve örgütlerine, özellikle devletlerine, tebaalıktan kurtulamayan bireyler, makus talihlerine isyanı siyasetin yerine ikame ettiler. En küçük vesile, yaşadıkları travmaları onlara hatırlattı. Şiddetle tepki verdiler ama sorunları çözemediler. Çünkü nedenlerine eğilmediler.