Boğaz’ın üstüne sis indi.  Balıkçı motorları gözükmüyor.  Arkasından felaket kar bastırdı.
Ama çok güzel yağıyor.
Tutacak gibi.
Haftanın son yazısını yazmak için bilgisayarın başına oturdum.
Zorlandığımı hissediyorum.
Kafam karışık mı, berrak mı?
Bilemedim.
Günlerdir medyamızda yazılanları, konuşulanları düşünüyorum.
Yine o klasik soru:
Dünyanın hallerinden ne kadar kopuğuz.
Elimin altında her gün Guardian, Financial Times, International Herald Tribune oluyor. Bir sürü yabancı gazeteye de internetten giriyorum.
Son zamanlarda manşetler bizim çevremizle ilgili.
İran’a İsrail saldırısı olabilir mi? Suriye’de iç savaş, ülkeyi ve bölgeyi bölebilir mi? Irak’ın üçe bölünmesi, kuzeydeki Kürt devleti, Suriye Kürtleri Türkiye’yi nasıl etkiler?
İran’a saldırıyla birlikte Körfez’le birlikte Lübnan da patlar mı? Alıp başını gidecek ham petrol fiyatları, dünya ve Türkiye ekonomisinde yeni krizleri ateşler mi?
O medya bunlarla uğraşıyor.
Biz hâlâ nerelerdeyiz?..
Yazık.
Elimin altında Oral Çalışlar’ın son kitabı:
Portreler.
Sevgili Oral, Radikal Kitap’ta yeni kitabıyla ilgili olarak, “Konuştuğum insanların neredeyse tamamı ya öldürülmüş, ya tehdit edilmiş, ya zor koşullarda yaşamış. Türkiye tarihi ne kadar karmaşık ve acılı” diyor.
Ne kadar haklı.
Bir belgesel seyrediyorum.
Acılı tarihimizden sayfalar.
İki Tutam Saç,
Dersim’in Kayıp Kızları.
1937-38’in o korkunç Dersim Kıyımı’nda köklerinden zorla koparılan, ana babaları katledilen Kürt çocuklarının hazin hikâyesini anlatıyor, Nezahat Gündoğan’ın çarpıcı belgeseli.
İçim acıyor seyrederken.
Acıları hâlâ bitmedi o toprakların. Trajediye henüz doymadılar.
Tayyip Erdoğan’ı düşünüyorum. Dersim’den dolayı, üstelik adını koyarak özür dileyebiliyor, Başbakan olarak bir ilke imza atabiliyor.
İyi güzel.
Ama aynı Erdoğan, konu 1915’ten açılınca, Ermenilere gelince, Taksim’deki ırkçı Ermeni düşmanlığı eleştirilince, birdenbire darbeler konusunda haklı olarak o çok eleştirdiği İttihatçılığa kayıveriyor ya da bizim Türk milliyetçiliğinin İttihatçı ruhu kendisini rahatsız etmeye başlıyor.
Elimin altında iki kitap daha var:
Cemil Koçak’ın Geçmiş Ayrıntıda Saklıdır ve Taha Akyol’un kuyumcu titizliğiyle büyük emek verdiğini bildiğim Atatürk’ün İhtilal Hukuku...
Okumam lazım ikisini de. Ama bu arada ben de yeni kitabımı tezgâha koydum, ilk bölümünü de yazdım.
Hepsi bir arada nasıl olacak?
Bir yandan yeni kitap, günlük yazılar, öte yandan hem kitap okumak, hem de Galatasaray’da Fatih Hoca’yla aslanlarının ‘2000 ruhu’nu yakalamaya dönük yükselişini izlemek...
Kar çok güzel yağıyor. Keşke hayat hep böyle güzel olsa.
Elbette imkânsız.
Bir mesaj var hapishaneden.
Açlık grevi yapan bir milletvekilinden:
Faysal Sarıyıldız.
BDP Şırnak Milletvekili.
E Tipi Kapalı Cezaevi’nde yatıyor.
Özetle diyor ki:
“Başladığımız süresiz açlık grevinin amacına dair birkaç hususu sizinle paylaşmak isterim. Temel amacımızın bundan böyle bu topraklarda tek bir insanımızın burnu dahi kanamasın diye, ölüme kadar da uzansa, bedenimizi açlığa yatırmak olduğunun bilinmesini isteriz.
Biz yakın bir gelecekte olabilecek felaketleri öngörebiliyor, eylemimizle buna dikkat çekmek istiyoruz.
Siyasal Kürt hareketinden Milletvekili, Belediye Başkanı dahil yüzlerce seçilmiş insanın, bizzat Başbakan’ın talimatıyla cezaevlerinde tutulduğu bir zamanda, Sayın Başbakan’ın, ‘Seçilmişi atanmışa kul etmeyiz!’ söyleminin kıymeti harbiyesinin olmadığını, bu tutumun ülkemizin aydınlık geleceğine zerre kadar katkı sunmayacağını belirtmek istiyoruz.
Mevcut iktidar, sadece aktif Kürt siyasetine değil, politikalarına karşı duran akademisyen, avukat, yazar, gazeteci, sinemacı kim varsa, bunlara yönelerek içeride boğmak istiyor.
AKP’nin çizgisi, klasik faşist çizgisi ile neofaşist çizgi arasında gidip gelmekte, bu da çözümsüzlüğün ta kendisi olmaktadır.
Siyasi-askeri her türlü operasyona son verilmesi, tutukluların serbest bırakılması ve Sayın Öcalan’ın barışçıl çözüm noktasındaki etkisinden azami düzeyde yararlanılması için üzerindeki tecrit koşullarının bir an önce kaldırılarak rolünü rahat oynayacağı koşulların tahsis edilmesi gerekmektedir.”
Ve bir soru daha:
Hapiste açlık grevi yapan, halkın oyuyla seçilmiş milletvekillerine ya da Kanat Atkaya’nın dünkü Hürriyet’teki düşündürücü röportajının konusu olan Pozantı Çocukları’na ilgimiz ne kadar ki?..
İyi pazarlar!