Yüzümüz bizim vitrinimiz.
İçimizin aynası...
Ruhumuzun kapısı...
Suretimiz.
Nasıl bir ağacın yaşı, gövdesindeki halkalardan, yeryüzünün izi, haritadaki patikalardan anlaşılırsa, bizim yaşadıklarımız da yüz çizgilerimizden okunur.
O dokunun oyuklarında tecrübe vardır; gözkapaklarında emek, alında, zamanın sabırla nakşettiği duygular...
* * *
Şimdi estetik cerrahi, buna yüz çeviriyor.
Surata, gözlerdeki ifadeden hayli küçük bir ten enjekte ediyor.
Yaşanmış yılların izini kulak arkasına doğru çekiştirerek yüzü düzlüyor, ağartıyor.
Gözaltı torbalarında biriktirdiğimiz yorgunluğu alıyor, yanaklardan mimikleri kazıyıp alınyazısını siliyor.
Varsıl partilerinden yansıyan görüntülerde hemen bütün kadınların başında aynı soluk yüz, aynı gergin maske...
Aynı ifadesi alınmış yapay donukluk...
Yüzlerine vurmak istemem, ama artık yüz değil baktığımız; nüfus kaydı silinmiş bir porselen yüzeyi...
* * *
Son yüz nakli operasyonu, tıbbın germekle kalmayıp bir süre sonra “vitrin”i tümüyle değiştirebileceğini kanıtladı.
Bu yıl Emmy’de kısa metraj belgesel Oscar’ını Pakistanlı bir yönetmen aldı. Pakistan’da yüzüne asit atılan kadınlara estetik operasyonlar yapan bir cerrahı anlatıyordu.
Dr. Jawad namus davasında dünyayla iletişimi kesilmiş kadınlara yüz veriyor, asit yaralarının üzerine deriden bir örtü örterek onlara yeni bir hayat bahşediyordu.
İlginçtir, İspanyol yönetmen Pedro Almodovar da son filmi “İçinde Yaşadığım Deri”de bir estetik cerrahı anlatıyor.
Antonio Banderas’ın canlandırdığı cerrah, her tür darbeye dayanıklı bir ten üretmeyi aklına takıyor ve kalkana dönüşmüş bu deriyi, nefret ettiği bir kurbanına yepyeni bir kostüm olarak giydiriyor.
Onu, yeni tenine hapsediyor.
* * *
Belli ki sadece bizim değil, dünyanın da gündeminde yüz operasyonları...
Soru şu:
Tanıştığımız insanın biyolojik, coğrafi kökenini, hatta duygu dünyasını ele veren yüz, giderek basitleşen bir operasyonla, ruhtan bağımsız bir maskeye dönüştürülebilir mi?
Almodovar’ın filmi “Hayır” diyor.
Çünkü ruh, hangi teni giyinirse giyinsin, aynı kalıyor.
Ve zamanla kişilik, yüzüne yapışan o zırhı delip yeniden gün yüzüne çıkıyor.
Antalya’daki başarılı yüz operasyonunu yapan Prof. Özkan’ı tanık gösterebilirim. Yüz naklettiği hastasının ifadesiz sureti için “Bu son hali değil” diyordu Prof. Özkan:
“Mimikler oluşmaya başladığında hastanın iç dünyası yüzüne yansıyacak ve yüzü değişecek.”
* * *
Demek tene bile nüfuz eden bir iç dünya var.
Ve o “iç” her neyse, “dış”a yansıyor, imza atıyor.
“İnsan sarrafları”nın iyi bildiği bazı nitelikler, bizi “nur yüzlü” veya “yüzsüz” yapıyor.
Tabiatımıza göre, yüzümüz gülüyor, kızarıyor, ekşiyor, ağarıyor veya ondan düşen bin parça oluyor.
Ameliyatla düzelmeyen bir maneviyat, içimizi yüzümüze yansıtıyor.
Nasıl yüze atılan kezzap, iç güzelliğini yok edemiyorsa, nakledilmiş bir surat da, suratsız bir kişiliği örtmeye yetmiyor.
Nasıl yılların izi, duru bir yüzü çirkinleştiremiyorsa, estetik bir maske de, kötücül bir ruhun yüzündeki karayı silemiyor.
Bazen yüz gerdirilse, dolgulansa, pudralansa, hatta baştan yapılsa da, ikiyüzlülükle, yüzsüzlükle başedilemiyor.