En son MİT-Hükümet krizinin ardından hükümet ve cemaat arasında kimi konulara yaklaşımdaki farklılıklar net bir şekilde ortaya çıktı. Mesela cemaatin yayın organları ya da medyada gözüken temsilcileri KCK operasyonlarının arkasında dimdik durdular. Aslında bu yeni bir şey değildi ancak MİT krizi öncesinde bu tavır aynı zamanda AK Parti cephesinin tavrı olarak da algılanıyordu. Böyle olmadığını, hatta bir memnuniyetsizlik duyulduğunu verilen demeçlerden anladık. Zaten AK Parti’yi destekleyen gazeteler de bunu saklamadılar. Dedim ya, son krizden sonra kimin hangi tarafta durduğu net bir şekilde ortaya kondu. Hepimizin bildiği gibi şu günlerde bir restorasyon dönemine girdik. Hükümet ve cemaat arasındaki krizi sonlandırmak için karşılıklı olumlu adımlar atıyorlar. Bir bakmışsınız önde gelen bakanlar hatta Başbakan Erdoğan bir demecin arasına sıkıştırıp barış elini uzatıyor. Bir bakmışsınız Fethullah Gülen tarafından yapılan bir açıklama ile bu barış eli sıkılıveriyor. 

Karşılıklı jestler mevsimindeyiz!
Geçen günlerde Fethullah Gülen’in kurucusu olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı kafalardaki soru işaretlerini netleştirmek için uzun ve ayrıntılı bir açıklama yaptı. Belki açıklamada çok fazla yeni bir şey yoktu ancak yine de ‘cemaat-camia-hareket’in hem içine hem de çevresine yönelik ayrıntılı mesajlar vardı. Uzun metni okuduktan sonra Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın üst düzey bir yöneticisini arayıp “Bu açıklama hem cemaat içinde hem de dışındaki çevrelere yönelik bir balans ayarı mı?” diye sordum. “Hareketin içinde böyle bir balans ayarına ihtiyacımız yok, eğer arkadaşlarımızı rahatsız eden bir şey olursa internet sitesinden bir açıklama ile değil, telefon açıp ya da yüz yüze görüşüp şahsen uyarırız ama bu açıklamaya senin söylediğin ‘balans ayarı’ yorumunu yapanlar da oldu” dedi. Açık söyleyeyim, ben bu son açıklamayı hükümet içindeki krize yönelik bir balans ayarı olarak görüyorum. Odatv davasından beklenmedik bir şekilde 4 gazetecinin ya da dün KCK davasından tutuklu Ragıp Zarakolu ve 14 kişinin yine sürpriz bir şekilde tahliye olmasını da bu karşılıklı jestleşme sürecinin yeni bir adımı olarak görüyorum. Gelin görün ki konuştuğum cemaate yakın isim bunu bir ‘jest’ olarak görmüyor. Hatta konuştuğum aynı isim “Büşra Ersanlı’nın da cezaevinden çıkmasını ve serbest bırakılmasını istiyoruz, hatta kendisini cezaevinde ziyarete de gittim” diyor.
Madem hem hükümet rahatsız hem de cemaat, peki o zaman bu isimler neden tutuklandı? Bundan bir süre önce bu ve benzeri operasyonları düzenleyen isimlerden biri ile uzun bir sohbet gerçekleştirdim. KCK operasyonlarına bakışındaki derinlik beni şaşırttı; ancak en çok şaşırtan, Büşra Ersanlı ile ilgili yorumu oldu: “Bu tür büyük operasyonlarda onlarca polis çalışır. Hepsi dinlemelere, takiplere konsantredirler, önemli olan ilişkiler ağıdır, örgütün yapısıdır. İnanın, Büşra Ersanlı’yı aldığımızda kim olduğunu tam olarak bilmiyorduk. Tutuklamadan sonra kıyamet kopunca kim olduğunu anladık ancak artık olan olmuştu.”
Böyle bir şey mümkün mü, bu doğru olabilir mi? Emin değilim. Yine de eğer mümkünse ‘cemaat-camia-hareket’in (Yahu şuna tek bir isim bulmanın zamanı gelmedi mi?) yaptığı bu açıklamayı pekâlâ balans ayarı olarak yorumlayabiliriz.
Her kriz yeni bir fırsattır. Zarakolu çıktı, darısı Büşra Ersanlı ve binlerce KCK tutuklusunun başına!

Açıklama: http://i.radikal.com.tr/150x113/2012/04/11/fft16_mf957856.Jpeg


Cenaze törenlerindeki kaos!
Yine bir cenaze, yine bir karmaşa, yine bir kaos... Meral Okay’ın Bebek Camii’ndeki cenaze namazı bildiğimiz kaotik ortamda kılındı. Ne camiye girmek mümkündü ne de camiden çıkmak. Gazeteciler caminin giriş kapısının içine neredeyse bir demeç barikatı kurmuştu. Aile Bebek Camii’nin bahçesinde bir köşeye sıkışmış bir şekilde taziyeleri kabul etmeye çabalıyordu. Caminin içindeyse kim kime dum dumaydı. Birkaç sarhoş meczup acılı kalabalığın içinde cenazeye gelen ünlülere laf atıyordu. Cenaze namazı kılınmaya başladığında kimi fotomuhabirleri işi o kadar abarttılar ki bir ara tabutun üzerine çıkmalarından endişelenen cemaat vaazın ortasında yüksek sesle uyarmak zorunda kaldı. Karmaşa o kadar büyüktü ki cenaze namazında saf bile tutulamadı. 

Alıştık bu görüntülere...
Cenaze mezarlığa gittiğinde ne olacağını tahmin edebiliyoruz. Mezarların üzerinde cambazlık yapıp yakınlarını uğurlamaya çabalayanlar, acılı ailelerin ceketlerinden çekiştiren, ne idüğü belirsiz bahşiş fırsatçıları ve yine kaos ve yine karmaşa... Düğünlerimizi ne kadar güzel organize edebiliyorsak cenazelerimizde de o kadar başarısızız. Böyle gelmiş böyle gider boş vermişliği ile en zengininden en fakirine kadar sonsuz yolculuğumuza sevdiklerimizi sakil törenlerle uğurluyoruz. Bu işe kim el atar bilmiyorum ancak camilerimizde cenaze namazlarına, mezarlıklarımızdaki son görevlerimize bir düzen getirilmesi şart. Bu işe el koyması gereken müftülük müdür, belediye midir ondan da emin değilim. Eninde sonunda hepimiz aynı hattan geçip ölümü tadacağımıza göre milletçe gelin şu cenazelerimizi düzenleyelim.
Bu kafayla, uğurladıklarımız kadar, kalanların da ruhuna el fatiha okumamız gerekecek!