28 Şubat sonrası, Mesut Yılmaz hükümetinde Tantan'ın İçişleri Bakanı olduğu günlerdi.

İçişleri Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı arasında kimi görüşmeler yapılıyordu.

Askeri heyetin başında Osman Özbek vardı...

Hatırlatalım, önce Başbakan Erbakan'a "pezevenk..." demesiyle gündeme gelen, tuğgenerallikten tümgeneralliğe terfi ettirilen, kanlı "Hayata Dönüş" operasyonlarını yürüten, emekli olduktan sonra OYAK Yönetim Kurulu üyeliğiyle karşımıza çıkan bir askerdi Özbek...

Özbek'in yürüttüğü görüşmeler 28 Şubat sonrasında EMASYA protokolüyle iyice genişleyen askeri alanı daha da genişletmeyi amaçlıyordu.

Jandarma Genel Komutanlığı, İçişleri Bakanlığı bünyesinde, jandarma, polis ve sahil muhafaza güçlerini aynı havuzda toplayacak, başına bir generalin getirilmesi öngörülen, kimi şubelerin yönetimine emniyetçileri kimi kritik şubelere ise askerleri atamayı öngören "İç Güvenlik Koordinasyon Merkezi"ni gündeme getirmişti...

Ve bastırıyordu.

Hükümet direndi, askerin istediği olmadı...

Aradan yıllar geçti.

2003 sonrası dengeler tersine döndü ve gidişat tümüyle değişti...

Her uyum paketi, askeri alanı radikal olarak daralttı, MGK yasa ve yönetmeliğinin değiştirilmesi bunun doruk noktası oldu.

Devamı geldi...

31 Aralık 2008 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanan "Ulusal Program"da bu konuda şu ifadeler yer alıyordu:

"İç güvenlik hizmeti, sivil iradenin belirleyeceği politikalar doğrultusunda ve yine onun denetim ve gözetiminde; 'hukukun üstünlüğü' ve 'insan hak ve hürriyetleri' çerçevesinde, kolluk kuvvetlerinin profesyonel ve uzmanlaşmış birimleri tarafından yerine getirilecektir. Bu kapsamda, iç güvenlik yönetiminin koordinasyonunu ve sivil idarenin iç güvenlikle ilgili görev, yetki ve sorumluluklarını etkin olarak yerine getirmesini güçleştiren mevzuat hükümleri ve uygulamaları değiştirilecektir..."

Bu arada asker-sivil ilişkileri doğal olarak geriliyor, askerin siyasi sahaya dalış çabalarına sıkça tanık olunuyordu.

Bildiriler, çıkışlar, muhtıralar yanında uygulama sahası da bu açıdan zaman zaman kritik bir rol oynuyordu.

Örneğin asker direndiği için bir türlü emniyete devredilemeyen Ankara Pursaklar'da, jandarma askeri savcının emriyle Ergenekon soruşturmasına bilgi sızdıranların peşine düşüyor, ev baskınları yapıyordu.

Ayrıca o tarihlerde yeni kurulan 42 yeni belediyenin çoğunluğu eski jandarma bölgesiydi, Pelitli, Beylikdüzü ilçeleri de bunlar arasında yer alıyordu ve jandarma bu bölgeleri devretmiyor, direniyordu.

Bu tür gelişmeler iktidarın gözüne battı, Kopenhag kriterleri gerektirdi. 2009 yılında jandarmayı en azından sızdığı ve çıkmamakta direndiği kentsel alanın dışına itmek için kısmi düzenlemeler yapıldı.

30 Mart 2009 tarihinde Resmi Gazete'de Jandarma Genel Komutanlığı'na "bizim olurumuzu almadılar" dedirten iki yönetmelik yayınlandı.

"Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği" ile "Emniyet ve Asayiş İşlerinde İl, İlçe ve Bucaklarda Jandarma ve Emniyet Görevlerinin Yapılması ve Yetkilerinin Kullanılması Suretini ve Aralarındaki Münasebetleri Gösterir Yönetmelik"te yapılan değişiklilerle jandarma ile polis arasındaki görevin tanzim yetkisi mülki amire aktarıldı..."

Yönetmelikte yer alan "en geç bir ay içerisinde vali ve kaymakamlarca, polis ve jandarmanın görev alanları gözden geçirilir ve değişen durum ve şartlar göz önünde bulundurulur" ibareleri, askerin devir teslim prototokolünü imzalamama gibi direnç araçlarını kırmaya yöneliyordu.

Peki ne oldu?

Kimi yerlerde jandarma geriye itilmekle birlikte pek çok yerde valilerin askere kulak vermesiyle eski durum devam ettirildi.

Örneğin Trabzonun göbeğinde bulunan Pelitli, Yalıncak, Söğütlü, Yıldızlı, Kaşüstü beldeleri kaymakamların taleplerine rağmen jandarmanın muhalefe şerhi yazması üzerine valiler tarafından askerde bırakıldı.

Ve Trabzon gibi pek çok örnek var...

Dün söylediğimizi tekrar ederek bitirelim, içinde olduğumuz değişim ve sivilleşme süreci de dikkate alınacak olursa, dün, EMASYA Protokolü demokratik düzen açısından ne denli riskli idiyse, jandarmanın konumu ve direnci de o denli risklidir...