Gelin bir hayal kuralım. Diyelim ki 2004 yılında komutan günlüklerinde yazılan, gazetecilerin bildiği, ABD elçilerinin rapor olarak kendi dışişlerine geçtiği, generallerin birbirlerine muhtıra verecek noktaya geldiği darbe girişimi hayata geçseydi şu anda nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olurduk?
Mesela Silivri Cezaevi’nde kimler olurdu? Köşk’te kim otururdu, Türkiye nasıl bir cehennemin içinde kavrulurdu?..

Bugün uzaktan baktığımızda kimin darbe lideri olacağını kestirmek kolay değil, ancak kimseyi töhmet altında bırakmadan, sadece ortaya atılan Balyoz iddialarından ve Ergenekon davasından yola çıkarak tarif etmeye çalışalım. O gün darbe olsaydı muhtemelen bugün Hasdal’da kalanlar ile orduevine takılan subaylara neredeyse bire bir yer değiştirtmemiz gerekecekti. Yani Hasdal sanmayın ki boş kalacaktı. Başta darbe girişimine direnen Hilmi Özkök olmak üzere o hücreler, en az 7 yıldır bazı emekli komutanları ağırlıyor olacaktı. Çevik Bir muhtemelen Köşk’e çıkartılmış, cumhurbaşkanı koltuğuna oturtulmuştu. Amiral gemisinin kaptan köşkünde, bugün nehir kenarında oturan zatlar hâlâ aslanlar gibi oturuyordu. Oktay Ekşi elbette başyazardı. Kemal Alemdaroğlu başbakan yardımcısı, Canan Arıtman Milli Eğitim bakanı, Mehmet Haberal başbakandı. Pardon bir de Bedrettin Dalan var. Muhtemelen bugünkü gibi kırmızı bültenle aranan bir ‘suç örgütü üyesi’ değil, ya Adalet ya da İçişleri bakanıydı. Türkiye kapılarını dünyaya kapatmış, Rauf Denktaş ve Mümtaz Soysal’lı bir Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti ile yapayalnız, baş başa kalmıştı. Tuncay Özkan’ın ‘Biz Kaç Kişiyiz’ hareketi 10 milyonu aşmış, Kerimcan Kamal ile aralar bozulmamıştı.

Şurası kesin, darbe olsaydı Aydınlık yine muhalifti. Hanefi Avcı bu sefer ‘dün devlet bugün darbeciler’ kitabı nedeniyle cemaatçi diye cezaevindeydi.

‘Türkiyem’ şarkısı patlamış, Atatürk heykeli dikme çılgınlığı Kars’a kadar ulaşmış, dev bir Atatürk heykeli göklere doğru uzanmıştı.
Eurovision’a Türkçe şarkıyla katılmaya devam ediyor, sonunculuk yüzünden puan vermeyen komşularımızı suçluyorduk.
BDP tam kadro Diyarbakır Cezaevi’ni, AK Parti Silivri Cezaevi’ni boylamıştı. Abdullah Öcalan’ı askerler asalı herhalde birkaç yıl olmuştu.
2003 ve 2004 yıllarında darbe olsaydı yanmıştık.

Oysa bakın darbe olmadı ve cennet vatanımıza ‘ileri demokrasi’ geldi!

Ucuz kurtulduk!

Erbakan ailesi, Gülen’i unuttu mu? Dün Yeni Şafak’ta Erbakan ailesinin taziye ilanı vardı. Necmettin Erbakan’ın cenazesine katılan, taziye ziyaretinde bulunan ve mesaj yollayan 41 kişiye isim verilerek teşekkür ediliyordu. Tek bir isim yoktu; Fethullah Gülen. Aslında ben de ilanı görmüş, bu ayrıntıya dikkat etmemiştim. Ne zaman ki Fethullah Gülen’in kurucusu olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yöneticisi Erkam Tufan Aytav konuyla ilgili twitter’a “Erbakan ailesi herkese teşekkür etmiş, bir tek Fethullah Gülen yok, çok ilginç” yazdı. O zaman fark ettim. Harbiden çok ilginç!

Polise milletvekili tokadı
BDP milletvekili Sebahat Tuncel’in polise attığı tokat görüntüsünü izleyince ‘İyi ki eski Türkiye’de yaşamıyoruz’ dedim. Yoksa Sebahat Tuncel çoktan Meclis’ten apar topar kafası bastırılarak sivil polis arabasına alınmış, muhtemelen jet tutuklama ile şu anda cezaevine giden ring aracındaydı. Şimdilik tepkiler makul bir kızgınlıkta seyrediyor. Nedeni ne olursa olsun, Sebahat Tuncel’in polise attığı tokat kabul edilebilir bir durum değil. BDP’nin çok hızlı bir kriz yönetimine geçmesi gerekiyordu. Dün akşama kadar doğru dürüst bir açıklama yoktu. Oysa siyaset biraz da bu kriz anlarını yönetme sanatıdır. Bazen tek bir tokat, bir çığı harekete geçirmeye sebep olabilir. Niyet, devletle kavgaya tutuşmak değilse işe bir özür ile başlamak iyi olabilirdi. Olmadı.

Şakşakçılar emperyal Türkiye’ye karşı
Bakıyorum, bazı köşelerde, aynı Irak savaşında olduğu gibi kıpırdanma başladı. Ama bu sefer Türkiye’de Batı şakşakçılığı alenen teşhir edildiği için niyetlerini eskisi kadar net ve cüretkârca söyleyemiyorlar. Mırın kırın ederek lafı Libya konusunda Türkiye’nin neden Batı’yla hareket etmek zorunda olduğuna getiriyorlar. Artık bu isimleri tanıyıp zamanında teşhir de ettiğimiz için, yani Başbakan’ın deyimiyle iyot gibi açığa çıktıkları için yüksek perdeden ‘Batı’ya uyun, yoksa yanarsınız’ tehditlerini bu sefer savuramıyorlar. Üstelik şu günlerde işin ucunda WikiLeaks belgelerinde ABD yardakçısı çıkmak da var. Onlar dururken ortadaki boşluğu kim dolduruyor dersiniz; ‘Hisseli Hayaller Kumpanyası’ gazetecileri. Bazı köşelerde bir süredir milliyetçiliğin dibine vuran büyük cümleler, afili söylemlerle ‘uç uçabildiğin kadar, yerin burası değildir’ havası hâkim. Türkiye meğerse emperyal bir devlet olmuş da biz farkında değilmişiz. Açın Türkiye’nin önünü, bendime sığmam taşarım... Başbakan’a akıl vermeler, gazlamalar, övmeler... Tutabilene aşkolsun. Hayat boşluk doldurmuyor haliyle. Ya öyle ya böyle çağındayız. Libya’ya saydıran ülkeleri emperyalist bir şeytan ilan edip Türkiye’yi emperyal güç olarak konumlandıranlara aslında söyleyecek tek bir söz var, ama anlayabileceklerini sanmıyorum. Yine de yüksek sesle ve içten bir öfkeyle tercümesini söyleyelim: Kahrolsun her türlü emperyalizm!