Dünyanın toz dumanı arasında, yaklaşan seçimlere doğru dolu dizgin gidilirken CHP’de kıpırdanma, iktidar partisinde ise Başbakan’ın öfkeli ve pervasız üslubuna da yansıyan bir bocalama, yalpalama ve irtifa (yükseklik) kaybı gözleniyor. Bu siyasal tabloyu nasıl değerlendirmem gerektiğini kendi kendimle tartışırken, ne zamandır içime dert olan ama nasıl anlatacağımı bilemediğim bir anlaşılamama durumunu açıklamama yardımcı olabilir belki diye düşündüm. Tabii ki tüm okurlardan kaynaklanmayan ama sadece t24 tıklayıcıları arasında değil, çevremizde çok yaygın olan; kendi düşüncesinden farklı bir yorum, farklı bir düşünce dile getirildiğinde, hatta “Bakın işin bir de bu yanı var, bunu da düşünmeliyiz” dendiğinde bile karşılaşılan tahammülsüzlükten; hakarete hatta saldırılara varan tepkilerden, iftiralarla kişi yıpratma girişimlerinden söz etmek istiyorum. 

Siyasal gelişmeleri, çeşitli siyasal odakların edimlerini, önerilerini, söylemlerini, “ne olduğu”, “ne yapıldığı”, “ne söylendiği”, “ne önerildiği”ne bakarak değil, kimin yaptığına, kimin önerdiğine, kimin söylediğine bakarak değerlendiriyoruz çoklukla. Siyasal hasım bellediğimiz bir kesimden gelen her şeyi, ne dendiğine, ne önerildiğine aldırmaksızın, anlamaya çalışmaksızın reddediyor; reddetmekle de kalmayıp saldırı hakkını da kendimizde görüyoruz. Okur yorumlarına bakıyorum; sadece kendi yazılarıma gelen yorumlara değil, diğerlerine de. Bazen yoruma konu olan yazıya yeniden göz atmak ihtiyacı hissediyorum, acaba yanlış bir yazı mı okudum, acaba anlamadım mı diye... 

Özgür düşüncenin ve cemaat/tarikat/ lider partisi/ bağnaz ideoloji kıskacından kurtulmuş özgür bireyin; yüzlerce yıllık devletçi, militarist, despotik siyasal kültürümüzün (kulluğun ve askerliğin) kuşatması altında çok zor gelişebildiği bir gerçek. “Biz” ve “ötekiler”, başka bir deyişle “iyiler” ve “kötüler” dikotomisi (ikilemesi/ayrıştırması) toplumsal ayrışmayı, siyasal-ideolojik cepheleşmeyi pekiştiriyor. Kendi doğrusunu tek doğru sanan, ak ve karadan başka renk tanımayan, “acaba?” sorusunu soramayan, ezberlerini bozmaya gücü ve cesareti olmadığından ezber bozdurabilecek her türlü soruyu ve düşünceyi kâfirlik sayan, dogmatizmi meziyet bellemiş bu zihniyet, sağda ve solda cemaatçi yapılar içinde kendine yer buluyor. Diyalog, tartışma, uzlaşma yollarını kapatıyor; cepheleşmeleri körüklüyor. 


CHP’de olanlar, AKP’de olacaklar

Bu uzun giriş hem CHP’de son zamanlarda gözlenen hareketlilik ve kıpırdanma konusunda ne düşündüğümü daha iyi anlatabilmek, hem de “Çorbanın tuzu az” veya “Bugün hava biraz serin” dendiğinde bile “Yaa işte ‘Yetmez ama evet” derseniz böyle olur” ezberini tekrarlamaktan usanmayanlar içindi. “Kim söylüyor, kim yapıyor, hangi melun düşünceler, hangi çıkarlar var ardında?” türünden soruları yerine, “Söylenen, yapılan, önerilen şeyler bu ülke için, bu halk için, barış için, sorunların çözümü, yoksulluğun geriletilmesi, demokrasinin bir adımcık da olsa ilerlemesi için yararlı mı?” türünden soruların sorulması daha yapıcı ve iyi olmaz mı demek içindi; laf uzadı.

Evet, CHP’de kıpırdanma var. Peş peşe açıklanan raporlarda dile getirilen öneriler, istemler, görüşler, genel siyasal çerçeve, Türkiye’nin yakıcı sorunlarından bazılarına getirilen çözüm önerileri görmezden gelinecek gibi değil. Hatta görmemiz, kulak vermemiz, üzerinde ciddiyetle düşünmemiz gereken şeyler bunlar. Seçimler öncesinde, oy kaygılarıyla yapılmış da olsa, hayalci de görünse, uygulanabilirliği yok, kaynağı yok diye eleştirilse de, bu vaatlerin CHP’nin kendi ideolojik sınırlarını zorlayan, partiyi ileri götürecek olan, Türkiye için de ileri adım teşkil edebilecek öneriler olduğunu inkâr etmek mümkün değil. Sadece vaat olarak, güzel sözler olarak da kalsa, dile getirilmiş, söze dökülmüş olması, kitlelere iletilmesi, kitlelerde bunlar olabilir, bunları talep edin duygusunun yaratılması önemli. 

Çoğumuzun umudunu kestiği (ki ben de onlardan biriyim) CHP’den geliyor diye, seçim vaadi diye, nasıl olsa iktidara gelemeyecekler bol keseden atıyorlar diye CHP’deki bu kıpırdanmayı görmezden mi geleceğiz? 

AMA....Kocaman bir ama... Bu vaatler ve açılımlar; Ergenekon-Balyoz davaları sanıklarına sahip çıkılarak, bizzat parti başkanının ağzından duyduğumuz, “Neredeymiş o örgüt, varsa gidip üye olalım” tarzında sözlerle Türkiye’nin demokrasiye yürümesi, geçmişin yükünden kurtulması için son derece önemli olan bu davaları küçümseyen, karalayan bir zihniyete teslim olarak dengelenmeye çalışıldığında işin rengi değişiyor. CHP’nin son günlerdeki atılım ve açılımını nasıl görmezden gelemezsek ve destekleme durumundaysak, özünde vesayetin, darbeciliğin, derin devlet savunuculuğunun yansıması olan Ergenekon avukatlığını da görmek, en şiddetli biçimde karşı çıkmak zorundayız.

Gelelim AKP’ye... AKP; partideki tek irade gibi görünen karizmatik genel başkanının Kasımpaşalı delikanlı raconu kesmeyi devlet adamlığı sandığı her çıkışıyla biraz daha  sarsılıyor. CHP toparlanırken AKP’de içi kof bir güçlülük vehminin, başarısını doğru değerlendirememiş bir kadronun temelsiz kibrinin yol açtığı öfkeye yenilmiş bir şaşkınlık hali gözleniyor. 2007 seçimlerine doğru gidilirken AB’ye tam üyelik yolunda attığı reformcu adımlar, demokratik toplum vizyonu, vesayetçiliğe ve darbeciliğe karşı duruşu,  -ötlek ve günübirlik pragmatist politikalarla açılmadan kapansa da- Kürt açılımı, vb. gibi nedenlerle kendi seçmen çevreleri dışından da destek kazanmış, en azından kredi almış AKP bu krediyi tükettiği gibi, fena halde de inişe geçmiş görünüyor. Gözü dönmüş serbest piyasa ekonomisi yandaşlığı, parayı ve kârı insanın ve yaşamın önüne geçiren neo-liberal politikaları, Türkiye toplumunun ulaştığı noktanın çok gerisinde kalan kültürel muhafazakârlığı, eleştiriye ve muhalefete tahammülsüzlük, hak ve özgürlükler söyleminin kendisine lazım olduğu kadarıyla sınırlandırılması, -bu seçimlerde yine en çok oyu alacak parti olmasına rağmen- AKP’yi bocalatıyor ve kemikleşmiş seçmeni dışında hızla geriletiyor.

CHP’deki kıpırdanmaya gözlerimizi kapayamayacağımız gibi, AKP’nin bu gidişatına da gözlerimizi kapayamayız. Şimdi yazının başına dönecek olursam, ufkumuzu “bizimkiler”-“ötekiler” bakışıyla sınırlamazsak, şu veya bu siyasal cemaatin bakar kör askerleri olmayı reddedersek, iyi olan kimden gelirse gelsin, kim önerirse önersin arkasında durur, destekleriz. Uygulayamayacağını, sözde kalacağını, seçim vaadi olduğunu, sadece o siyasetin kendi ihtiyaçlarıyla sınırlı kalacağını bilsek bile... Mensup oldukları cephenin siyasal-ideolojik gözbağlarını takmış olanların anlamakta direndikleri nokta tam da burası işte. Siyaseti “iyi”lerle “kötü”lerin, şer kuvvetleriyle hayır kuvvetlerinin kanlı savaşı sanırsanız, sizin takımdan gelmeyen iyiye de muhalefet edersiniz, sizin takımın kötüsünü de kabullenir ve haklı görürsünüz. Nereden, kimden gelirse gelsin iyiye iyi diyenleri ve iyiyi cesaretlendirenleri de karalarsınız.