Geçtiğimiz birkaç hafta Facebook için zorlu geçti. Önce Facebook’un sahip olduğu Instagram hakkında yapılan bir şirket-içi araştırma medyaya sızdı. Bu araştırmanın sonuçları Instagram’ın özellikle çocukları ve gençleri psikolojik yönden olumsuz etkilediğini gösteriyordu. Örneğin; İngiltere'deki genç kızların yüzde 13,5'i Instagram kullanmaya başladıktan sonra daha sık intiharı düşündüklerini söylüyor.  Genç kızların yaklaşık %32'sinin, vücutları hakkında kendilerini kötü hissettikleri; yüzde 17'sinin ise Instagram'ı kullandıktan sonra yeme bozuklukları gösterdiği tespit ediliyor. Facebook bu araştırmayı yalanlamadı ancak sonuçların abartıldığı ve yanlış yorumlandığını iddia etti.

ABD kamuoyunda bu araştırmanın sonuçları tartışılırken bu kez eski bir çalışanının ifşaları ile Facebook ile ilgili başka bir tartışma başladı. Bir veri bilimcisi olan Frances Haugen Facebook’ta çalışırken kopyaladığı binlerce belgeyi, “Facebook Dosyaları” adlı bir dizi makale yayınlayan The Wall Street Journal ile kimliğini gizli tutarak paylaştı. Bu belgeler Facebook algoritmasının nefret söylemini ve sahte haberleri nasıl güçlendirdiğini ortaya koyuyordu.

Google, Yelp ve Pinterest'te çalıştıktan sonra yaklaşık iki yıl Facebook'ta görev alan Haugen, belgelerin yayınlanmasından kısa süre sonra bu hafta başında kimliğini açıkladı ve ABD Senatosunun alt komitesi önünde iddiaları ile ilgili ifade verdi. Haugen ifadesinde, “Facebook'ta geçirdiğim süre boyunca, yıkıcı bir gerçeği fark ettim: Facebook çalışanları dışında neredeyse hiç kimse Facebook'ta neler olduğunu bilmiyor. Şirket, kamuoyundan, ABD hükümetinden ve dünyanın dört bir yanındaki hükümetlerden hayati bilgileri kasıtlı olarak saklıyor" dedi. Haugen’a göre, Facebook yönetimi, sahte haber ve nefret söylemi ile mücadele etmiyor, aksine bu tür içeriklerin yayılmasına göz yumarak, toplumda daha fazla bölünme, daha fazla yalan, daha fazla tehdit ve daha fazla çatışmanın önünü açıyor. Haugen daha da ileri giderek, Facebook içeriklerinin nefreti körüklediğini ve insanlara zarar veren hatta ölümüne sebep olan bir şiddet iklimi yarattığını iddia ediyor. Facebook kendi bünyesinde yaptığı iç araştırmalarda bu gerçekliği görüyor ancak araştırmalarının sonuçlarını halktan ve hükümet yetkililerinden saklayarak, güvenlik önlemleri almak yerine kazancını arttırmayı tercih ediyor.

Bu tartışma yeni değil. 2016 ABD Başkanlık Seçimlerinde yaşanan Cambridge Analytica skandalı sonrasında; mikro hedefleme ile seçilen 50 milyonu aşkın ABD seçmeninin, Facebook akışlarına düşen sahte haberlerin oy verme davranışını ve seçim sonuçlarını etkilediği yapılan birçok araştırma ile ortaya çıkmıştı. Zuckerberg bu skandalı fark edemediklerini iddia etmiş ve bunun bir daha yaşanmaması için önlemler alacaklarını söylemişti. O günden bugüne Facebook gerek şirket içinde istihdam ettiği yüzlerce editör ve geliştirdiği yapay zeka teknolojisi ile gerekse işbirliği yaptığı sivil toplum örgütleri ile sahte haberleri filtrelemeye çalıştığını iddia etti. Zuckerberg bu çabaları işaret ederek, Haugen’ın iddialarının mesnetsiz olduğunu açıkladı: “Sahte haberleri engellemek için bizim kadar para harcayan başka bir şirket yok” dedi.

O zamandan bu yana Facebook’ta yayılan sahte haber ve nefret söylemi içeriklerinde kayda değer bir azalma yaşanmadı. Facebook’u eleştirenler, Facebook’un neredeyse ilk günden beri şiddet içeriklerini ve pornografik içerikleri engellemek için bu filtreleme mekanizmalarını kullandığını; ancak sahte haber ile etkili bir şekilde mücadele etmek için isteksiz davrandığını iddia ediyorlar. Bu isteksizliğin ardında ise Facebook algoritmasının öne çıkardığı sahte haberlerin yarattığı yüksek etkileşimin, Facebook’a milyon dolarlar olarak dönmesi yatıyor. Sahte haberler ve nefret söylemi içeren paylaşımlar, diğerlerine göre daha çok etkileşim alıyor, yani kullanıcılar bu tip içerikleri daha fazla beğeniyor, paylaşıyor ve yorumluyor. Etkileşim sosyal medya platformlarının ana gelir kaynağı, çünkü ne kadar çok etkileşim o kadar çok reklam geliri demek.  İşte Haugen da temel olarak, Facebook yönetiminin daha fazla gelir elde etmek için görünüşte mücadele ettiği bu tür içeriklerin yayılmasına göz yumduğunu iddia ediyor.

Haugen, ABD Kongresinde verdiği ifadede, Facebook'un, ürünlerinin zararlarını ortaya çıkaran iç araştırmaları halktan ve hükümet yetkililerinden saklamasını, platformlarında güvenlik önlemleri almak yerine sürekli olarak şirketin büyümesini hedefleyen kâr mekanizmasını işaret ediyor.

Facebook daha fazla kâr elde etmek için toplumlarda nefreti ve ayrışmayı arttırıyor olabilir mi? Her şeyden önce böyle bir kudreti var mı? Bu iki soruya da cevabım kesin bir evet. Birçok akademik çalışma, sosyal medyanın insanlar ve toplumlar üzerindeki olumsuz etkilerini, nefret söylemi ve erdem sinyalini nasıl yaygınlaştırdığını, toplumu nasıl kamplaştırdığını gösteriyor. Bu çalışmalar, sosyal medya algoritmaları tarafından filtre balonları ve yankı odalarına hapsedilmiş kullanıcıların, sosyal medya paylaşımları ile ön yargılarını besleyerek birbirlerine düşmanlaştıklarını ortaya koyuyor. Elbette toplumsal sorunların müsebbibi olarak tek başına sosyal medya platformları gösterilemez, ancak sosyal medyanın toplumsal sorunları derinleştirdiği ve çözümleri zorlaştırdığını söylemek de aşırı bir yorum olmayacaktır.

Hafta başında Facebook, Instagram ve Whatsapp’ta yaşanan 7 saatlik kesinti ile başı iyice ağrıyan Zuckerberg'in bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğini bilemiyoruz. Ancak ABD kamuoyunda Facebook’un bölünmesi gerektiği ile ilgili düşünceler kuvvetleniyor. Instagram’ın ve Whatsapp’ın Facebook’tan ayrılması ve Zuckerberg'in kontrolünden çıkması için yasal düzenlemeler üzerinde çalışılıyor. Ayrıca, sosyal medya içeriklerinin bir sonucu olarak meydana gelen zararların mağdurlarına sosyal medya platformunu dava edebilmek için başvuru imkanı, ulusal bir gizlilik yasası ile sosyal medya platformlarının içeriklerinin sınırlanması, çocuklar ve gençler için güvenlik önlemlerinin güçlendirilmesi gibi öneriler kanaat önderleri ve politikacılar tarafından da yüksek sesle ifade ediliyor.

Bununla birlikte daha etkili bir yöntem, sosyal medya algoritmalarının etkileşimi ödüllendiren mantığının değiştirilmesi olabilir. Her türlü filtreleme yöntemine ve yasal sınırlamalara rağmen etkileşime dayalı algoritmalar; öfke, nefret ve sahte haber içeren sansasyonel gönderilerin yayılmasını desteklemeye devam edebilir. Algoritmalardaki temel değişiklikler ile sosyal medyanın uzlaşma, toplumsal barış ve demokrasiye zarar veren niteliği törpülenebilir. Ancak bunun için Facebook başta olmak üzere diğer tüm popüler sosyal medya şirketlerinin bir ‘kara kutu’ olmaktan çıkarak; verilerini, iç-raporlarını ve algoritmalarının özelliklerini kamuoyu ile paylaşmaları, kısaca şeffaf olmaları zorunludur. Bu da ancak ulusal ve uluslar arası düzeyde yasal düzenlemelerle mümkün olabilir. Çin, Rusya, Türkiye gibi ülkelerde kimi sosyal medya paylaşımlarını yasal yollarla sınırlamak ve kullanıcıları adli cezalarla korkutmaya yönelik uygulamalar, iktidarların elinde bir sansür mekanizmasına dönüşmekten başka bir işe yaramayacaktır. Üstelik bu sansür uygulamaları, sosyal medya platformlarını bir ‘Hakikat Bakanlığı’na dönüştürme potansiyeli de taşıyor. Facebook başta olmak üzere bu platformlar, birçok ülkede muhalif sesleri susturarak, gerçekliğin hakim güçler tarafından oluşturulması için uygun bir ortam sağlıyor.