Güney Koreli felsefeci Byung-Chul Han teknolojinin toplum üzerindeki etkileri konusunda öncü düşünürlerden birisi 1956 yılında başlayan hayat hikayesi 1980’lerin başında önemli bir kırılma yaşamış. Metal işçisi olarak çalışırken tek kelime Almanca bilmeden Almanya’da felsefe okumaya karar vermiş. Eğitimini tamamladıktan sonra birçok üniversitede öğretim üyesi olarak çalışmış. Şu anda ise Berlin Sanat Üniversitesi'nde ünlü bir profesör ve insanlık tarihinin şu anki durumunu en iyi anlayabilen düşünürler arasında kabul ediliyor.

Han’ın ilginç bir kitap yayınlama anlayışı var. Yazdığı yoğun makaleleri kitap formatında yayınlatmayı seviyor. Dolayısıyla böyle şöhretli bir filozoftan beklendiği gibi tuğla gibi kitaplar değil uzunluğu 100 sayfa civarındaki nispeten kolay okunan kitapları sık aralıklarla yayınlanıyor. Günümüzde bilginin hızı ve tüketimi düşünüldüğünde akla uygun bir yaklaşım. Kitaplarında akademik değil mesihvari bir dil kullanıyor. Zaten bu kadar tanınmasında kullandığı bu dilin de önemli etkisi var. Almanca kaleme aldığı onlarca kısa kitap arasında en önemlileri; "Yorgunluk Toplumu" (2010), "Şeffaflık Toplumu" (2012) ve "Eros'un Izdırabı" (2012), “Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri” (2014) sayılabilir.

Türkçeye çevrilen son kitabı "Enfokrasi: Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi* (2021)" ise dijitalleşmenin demokratik pratikleri nasıl etkilediğini sade bir dille anlatıyor. Kitap genel olarak internet öncesi olarak tanımladığı ‘disiplin toplumu’ ile internet sonrası ‘bilgi toplumu’ arasındaki farklılıklara odaklanarak, birkaç on yıl önceki toplumla günümüzdeki toplum arasındaki karşıtlıkları vurguluyor. Bu farklılıkları ve karşıtlıkları, George Orwell’ın “1984” ve Aldous Huxley “Cesur Yeni Dünya” kitaplarına atıflarla belirginleştiriyor. Bugünkü toplumların hangi yöne doğru ilerlediğini anlamamıza yardımcı olacak ilginç varsayımlarda bulunuyor. Han, Enfokrasi’de temel olarak beş mesele üzerinde duruyor.

Bunlardan birincisi, gözetim teknolojisinin günümüzde geldiği nokta. Han’a göre, dijitalleşme iletişimi gözetim aracı haline getirdi. Kullanıcılar olarak oluşturduğumuz veri miktarı arttıkça ya da başka bir ifadeyle iletişimimiz daha yoğun hale geldikçe gözetim daha etkili hale geliyor. Ancak Han’a göre önceki toplumdan asıl farkı, iletişim yoğunlaştıkça, gözetim arttıkça insanların daha “özgür” hissetmeleri. "Paradoksal olarak, hâkimiyeti sağlayan şey özgürlük duygusudur" diyor Han. “Bilgi rejimi altındaki insanlar, disiplin rejimi altındaki insanların aksine kendi görünürlüklerini elde etmeye çalışırlar… gönüllü olarak görünür olmak isterler," diye vurguluyor.

SOSYAL MEDYA MABET, BEĞENİLER AMİN

İkinci olarak ise sosyal medya ile kullanıcılar arasındaki ilişkiye yoğunlaşıyor. Han sosyal medyada ortaya çıkan yeni ‘kanaat önderleri’ ile takipçileri arasındaki ilişkinin bir çeşit dinsel boyutu olduğunu savunuyor. Kullanıcılar kanaat önderlerine rol model olarak taparlar, onlara bir kurtarıcı gözüyle bakarlar. Onların günlük hayat pratiklerini idealleştirirken, onların satın aldığı ürünleri satın alarak onların hayatlarının bir parçası gibi hissederler. Sosyal medya bir mabettir, beğeniler amin, paylaşmak birlik, tüketim kurtuluştur. Kanaat önderleri kendilerini tüketim üzerinden tanımlarken, tüketim bir kimliğe dönüşür. Kimlik metalaşır. Bilgi rejiminde özgür olmak, eylem yapmak değil; tıklamak, beğenmek ve paylaşmaktır. Bu çerçevede akıllı telefon bizlere anlık veri sağlayan bir psikometrik kayıt cihazıdır. Kullanıcının kişiliğini doğru hesaplamak için kullanılır.

Üçüncü olarak Han’a göre bilgi rejimi anlatıyı sayısallaştırır. "Hikayeler algoritmik sayılar yerine geçer. Bilgi rejimi anlatıyı tamamen sayısal ile değiştirir," diye yazıyor. Bir araya geldiklerinde bir ‘kitle’ değil etkili kişilerini takip eden bir dijital sürü oluştururlar. Kitle insanı kimliği yoktur. O "kimse"dir. "Dijital medya, kitle adamının çağını sona erdirir. Dijitalleştirilmiş dünyanın sakinleri artık o "kimse" değildir. Disiplin toplumunda sadece suçluların profili vardı. Bilgi rejiminde ise herkes bir profile sahip olmak durumundadır. “Bilgi rejimi davranışsal profil ile bireyleri ele geçirir," diyor.

Enfokrasi-01

Han dördüncü olarak demokrasi ile enfokrasi arasındaki ilişkiye yoğunlaşıyor. Han’a göre bilgi tsunamisi yıkıcı güçleri serbest bırakmış, siyasi alan bu güçler tarafından ele geçirilmiş ve demokraside büyük bir bozulma meydana gelmiştir. “Demokrasi enfokrasiye dönüşmektedir," diyor filozof. Aydınlanmanın rasyonel iletişimi demokrasiyi mümkün kılmıştır. Bu rasyonel iletişimin kurulduğu yer ise kitaplardı. Televizyonun ortaya çıkması ile kitapların yerini kitle iletişim araçları almaya başlarken rasyonel iletişim bir gösteriye, bir halkla ilişkiler faaliyetine dönüşmeye başladı. İnternet ile birlikte siyasi içerik her geçen gün daha az önemli hale geliyor. Böylece siyaset içeriği kaybettiği anlamını ve bir telekritik görüntü siyasetine dönüştü," diye tespit ediyor. George Orwell'un kitabı 1984’de insanlar korku ve acıyla kontrol edilir. Huxley'nin insanları ise onlara zevkler sunarak kontrol edilir. Orwell bu nedenle nefret ettiklerimizin bizi yok edeceğinden korktu. Huxley ise sevdiklerimizin bizi kontrol edeceğinden korktu," diyor Han ve bilgi toplumunun şu andaki durumunun Huxley’i haklı çıkardığını ima ediyor.

Son olarak Han zaman vurgusu yapar. Bilgi toplumunda hız önemlidir. Ancak kısa vadeli düşünceler demokrasiye zarar vermektedir. Dijital ortamlardaki sohbetin hızı, zamanlaması ve parçalı hali demokrasiyle uyumlu değildir. Demokrasi zaman alır ancak şimdi ona bu zamanı verecek kimse kalmamıştır.. "Sahte haber veya bağlam dışı bir bilgi içeren tek bir tweet, iyi kurulmuş bir argümandan daha etkilidir," diyor Han. Trump politikalarını tweetlere böler. Viral bilgi onları belirleyen şey değil, vizyonudur. "Infokrasi, başarı odaklı araçsal eylemi teşvik eder. Fırsatçılık yaygındır. Amerikalı matematikçi Cathy O'Neil doğru olarak Trump'ın kendisinin tamamen fırsatçı bir algoritma olarak hareket ettiğini ve sadece halkın tepkilerine göre yön değiştirdiğini belirtir," diyor yazar.

Byung-Chul Han’ın dijitalleşmenin demokrasi üzerine olumsuz etkilerini ele alan bu kitabı, çok yeni şeyler söylemiyor. Bununla birlikte toplumların evrildiği yönü işaret etmesi açısından önemli. Kitap, demokrasi ile ilgili mevcut kavrayışın artık yeterli olmadığı duygusunu uyandırıyor. Olumsuz bir kavram olarak ‘enfokrasi’nin demokrasiyi mümkün kılacak kavramları ve araçları tedavülden kaldırdığını savunurken yerine gelebilecek yeni kavramları tartışmaya açıyor.

*Enfokrasi: Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi, Çev. Mustafa Özdemir, Metis: 2022