Sık kullandığımız iddialı bir sözcüktür "strateji."

Ama içeriği hakkında sadece sisli bir izlenime sahibizdir. Strateji, girilen bir mücadelede rakibe karşı üstünlük sağlamak için bizim ve rakibin kaynaklarını, yeteneklerini, pozisyonunu ve nihai amacını gözeterek tasarlanan ve yürütülen bir eylem planıdır. Amaç, yapılan yatırımın ve fedakârlığın üzerinde başarı sağlamak, rakibi saf dışı bırakmak veya işbirliği yapar hale getirmektir.

Bu girişi, "Kürt sorunu" bağlamında geliştirildiği iddia edilen stratejiye ilişkin bir tahlile başlamak için yaptım. Öncelikle söylenmesi gereken şudur: "Demek ki 28 yıldır sürdürülen ve bu ülkeye onca zaman, kaynak, insan, yaşam ve demokrasi kalitesi düşüklüğüne neden olan strateji yanlışmış." Eğer öyleyse, eski yöntemde ve onu belirleyen akılda (soruna bakışta-teşhiste) bunca senedir ısrar edenlere ve verilen kayıplara ilişkin ne diyeceğiz? Kimi sorumlu tutacağız? Neticede bütün toplum kanadı, fedakârlık etti ve kayıplar verdi. Demokrasilerde birilerinin bundan sorumlu olması gerekmez mi?

Demokratik açılım

Eski strateji bir ortak kamu tercihi değildi. Devlet katında (hatta güvenlik bürokrasisi tarafından) kotarılıyordu. Toplum kararlara uyuyor ve sonuçlarına katlanıyordu. Pekiyi yenisi? Çankaya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğrencileriyle başbakanlık konferans salonunda bir araya gelen hükümet sözcüsü Bülent Arınç, sorulduğunda "Böyle strateji bilmiyorum. Demokratik açılım devam ediyor" demiş. Acaba bu "yeni" strateji de mi kapalı kapılar ardında birkaç kişinin engin bilgisinin ve zekâsının ürünü olarak ortaya çıktı? Keşke sorumlular açıklama yapsalar ve yine toplumun fedakârlığına dayanacak uygulamaların muhatabına kendisinden ne beklendiğini ve karşılığında ne alacağını öğrenebilse. Biz siyaset bilimi derslerinde demokrasiyi böyle anlatıyoruz.

Gerisini seçilmiş birkaç gazeteciye konuşan ve adı saklı tutulan "yüksek düzeyli devlet görevlisi"nin açıklamalarından izleyelim. (Lale Kemal'den aktarma, Taraf 22 Mart): "Demokratik yollarla seçilmiş partinin başımızın üzerinde yeri var." Bu sözlerle artık terörle mücadelede muhatap olarak PKK (ne Kandil ne de İmralı) değil BDP'nin alınacağı belirtiliyor. Yetkili "partiler" dediğine göre Meclis'teki partilere mensup milletvekillerinin de devreye sokulacağı tahmin edilebilir. Çok da iyi olur. Ancak daha ilk adımda "ama"larla karşılaşıyoruz.

BDP mi?

Başbakan sürekli BDP'ye çatıyor ve onun kendisine has bir iradesi olmadığını dillendiriyor. Diğer siyasi partiler, BDP ile işbirliğinden kaçınıyorlar. Yeni stratejiyi açıklayan yetkili de şöyle söylüyor: "BDP'nin Kandil ve İmralı talimatıyla hareket ettiğini, bu nedenle çok güçsüz olduğunu biliyoruz. BDP'yi İmralı yerine kendi fikirlerini söyleyebilecek şekilde güçlendirmemiz gerekiyor... Silah tehdidini ortadan kaldırabilirsek, Kürt aydınları ve siyasetçilerin önü böylelikle açılabilirse... Megaloman... Diktatoryal... PKK ve Öcalan'dan onları kurtarırsak yeni siyasetçiler de ortaya çıkacaktır."

Maşallah, bunca sene tam tersini yapıp her türlü barışçı, demokratik Kürt hareketini ezip ortada PKK'yı bıraktıktan, onu siyasi muhatap (eşitin) olarak karşına aldıktan sonra müthiş bir dönüş. Yoksa "buluş" mu demek lazım?

Perşembeye bu tercihin zorluklarını ve olasılıklarını tartışacağım.