Genç Ulusalcıların magazinsel duyarlılık gösterileri, Yeni Medya düzenindeki ince değişime şahane bir örnek.

Bir grup inançlı Müslüman, samimi duyguları ile lüks iftarları protesto ediyor. Oruç tutuyorlar ve iftarlarını bu lüks iftarlarına inat gidip fakir fukaranın arasında parklarda açıyorlar. Derken bir de bakmışsınız ‘genç ulusalcılar’ bu iftarlara dahil olmaya başlıyor. Pek çoğu oruç tutmuyor. Oryantalist turistik bir gezi kıvamında bu iftarlarda boy göstermelerinin, zengin iftarlarında boy gösterenlerden özünde ‘samimiyet’ anlamında bir farkı yok. Bunu iftar sonrasında kaleme aldıkları köşe yazılarında takip ediyoruz. Freudisyen bir bakış açısıyla -ki bazen puro içen bir adam aslında sadece puro içmemektedir, bizlere hayata bakışı geçmişi ile ilgili bambaşka şeyler anlatmaktadır- bakarsak, bu yazılarda inceden bir ‘sistem’ eleştirisi olduğunu görüyoruz. Bir anlamda genç ulusalcılar fakir-fukara iftarlarında boy gösterip, diğer iftarlar üzerinden zenginleşen İslami kesime (‘özetlersek’ elbette hükümete) tersten çakıyorlar. Ezberler bozuldu, zaman değişti, geçti o eski ucuz laik propaganda günleri cancağızım… Genç Ulusalcıların bu magazinsel duyarlılık gösterileri, yeni gelişen laik duyarlılıklara ve Yeni Medya düzenindeki ince değişime şahane bir örnek. 



Emek ve Adalet Platformu üyesi bir grup, lüks iftarları protesto için 5 yıldızlı bir otelin önünde oruç açmıştı.

Muhafazakâr gençlere Freud ne derdi?
Eskiden bir cephenin elemanı olmak kolaydı. Mesela laik cephenin elemanıysanız elde fırına verilmek üzere hazır klişeler beklerdi. Diyelim ramazanda en ufak adli olaylar belli gazeteler tarafından abartılır, köpürtülür, İslam paranoyası vizyona sokulurdu. Oruç tutmayanlara dayak, başı açık kadınlara saldırı, İslami yaşam biçimine yönelik ‘klişe’ kampanyalar mevcuttu. Geçen yıllar içinde doğal olarak inançlı kesim, kendi yayın organlarından bu şehir hurafelerine karşı (haklı olarak) tavır koymaya başladı. Ortak bir cephe, tek bir ses, hatta bir ‘alt-metin’ oluştu. Bu anlamda yapılan haberler yalanlanmaya ve aslı astarı çıkartılmaya başlandı. Kantarın topuzu da işte burada kaçtı. Bir süre sonra gördük ki bu cephedeki kimi kalemler için artık sıradan bir 3. sayfa haberi bile antilaik refleksi harekete geçirip, aynı alt (savunma) metnini vizyona sokmaya yetiyor. Gelmek istediğim yer, otobüste dayak yiyen şortlu kız olayı. Burada da bu antilaik refleks ortak ses verdi. (Başlangıçta hiç kimse bildik laik anti-İslam klişelerini tekrar etmemiş olsa bile) Bu ‘ezberden’ yola çakarak şöhret olacağını sanan muhafazakâr kesimin hevesli köşe yazarları veya gazeteciliğe yeni geçiş yaptığı için henüz dinamiklerini anlamamış ‘arkadaşlar’ başladılar eski ezberden saydırmaya. Onların hevesinin kırılmasından yana değilim ama şunu da söylemek gerekir ki muhafazakâr ezberden yola çıkan bu ‘ortak’ dil, yeni medya düzeninde bayatlamıştır. Ne kadar zorlarsanız zorlayın, gerçek hayatta karşılığı olmadığı için sonuç alamazsınız. Dinimize laf ettirmeyeyim derken bir de bakmışsınız kendinizi çocuk tacizcisinin, tecavüzcünün, kadın dayakçısının avukatı olarak bulursunuz. İnsan davranışındaki farklı anlamları, bilinçaltını sorgulayan Freud’un aynı sözünden yola çıkarsak, “Bazen de puro içen bir adam, sadece puro içen bir adamdır.” Yani bazen otobüste dayak yiyen şortlu bir kız, sadece otobüste dayak yiyen şiddet mağduru bir kadındır. Türkiye’de kadına yönelik şiddette ne yazık ki şortlu, başörtülü olması fark etmiyor (bakınız bir yıldaki 4500 kadın cinayeti bilançomuz). Canhıraş, bir dayağı savunmak, şahitler icat etmek, dayak yiyen kız (‘ben dayak yedim’, bkz; NTV) ifadesinde ısrar etse bile işi ramazan ve oruç karşıtlığına dayandırmak demode bir duruş. Laik kesim kendi marjinal seslerini (biraz da mecburen) ayıklıyor, hâlâ kadına şiddeti sahiplenen kimi muhafazakârların işiyse zor. Bu olay vesilesiyle gördük ki eski ezberleri hatim eden, muhafazakâr genç bir kuşak da yeni medya düzeninin kuyruğuna yanlış yerden tutunuyor. ‘Zaman’ın ruhunu tutan diyaloğu kendine şiar edinen abilerin, bu entelektüel sığlığın karşısında işi çok zor.

Bu arada şortlu kıza vuran hayvanın (hadi kadına vuran bir adama ‘hayvan’ dememe alınanların içini rahatlatayım) ya da magandanın bulunmasından umudu kestim, şortlu kız yakında Ergenekoncu ilan edilip hapsi boylamazsa sevineceğim.

Ramazanın gerçek fenomeni
Yeni Şafak’ta tartışılan ‘tahammül eşiği’ yazısıyla ramazana damgasını vuran Hayrettin Karaman veya ‘teravih var mı yok mu’ tartışmasını ısıtıp önümüze koyan Yaşar Nuri Öztürk ya da bu yıl diğer ramazanlara göre daha az gözyaşı döken Nihat Hatipoğlu, ramazanın fenomeni olamadı. Bu yıla damgasını vuran ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık. Sadece lüks iftarlara yönelik protesto açılımıyla değil verdiği röportajlardaki insancıl ama en önemlisi Kur’an-ı Kerim’e getirdiği sosyal değerler yorumlarıyla da bu ramazana damgasını vurdu. Radikal’e verdiği ropörtaj da (http://t.co/5bIcdaR), sokaklarda atık kâğıt toplayıcısı Ali Mendillioğlu’yla yaptıkları bu ropörtaj da (http://t.co/ZisI9zq) sanırım ne demek istediğimi anlatan iyi örneklerdi.