İçişleri Bakanımız İdris Naim Şahin’in içindeki o ‘şakacı’ tarafı ilk keşfedenlerden biri de benim sanırım. Yaptığı bir açıklamayı bu sütunlarda uzun uzun anlamaya çalışmış, başaramamıştım. Geçen zaman içinde sağ olsun Sayın Şahin espri yeteneğini bize doya doya gösterdi. Biz de güldük eğlendik. Hatta gülmeye devam ediyoruz. Türk siyasetinde her zaman böyle sürpriz isimler karşımıza çıkmıyor. Bu yüzden çıkınca hafızalardan kolay kolay silinmiyor. Bir zamanlar Başbakanlık koltuğuna kadar yükselen Yıldırım Akbulut fıkraları ya da Kültür Bakanlığı yapan Atilla Koç gibi ‘renkli’ örnekleri unutmak kolay değil. İdris Naim Şahin AK Parti’nin milliyetçi damarını temsil ediyor. Bugün pek çok kişi ‘Hepiniz P.çsiniz’ pankartlarının taşındığı o malum mitinge katılan İdris Naim Şahin’i eleştirirken ben Sayın Şahin’in oraya tam da bu pankartların önünde konuşacağını bilerek gittiğine inananlardanım. AK Parti sadece mütedeyyinlerin değil milliyetçi kesimin de oylarına talip, unutmayalım.
Bugün yeniden İçişleri Bakanı’nı bu köşeye konuk etmemizin nedeni meşhur “Seviyorsan takla at” muhabbeti ya da işsiz vatandaşımızı 5 işçinin ölümünü görmek üzere gittiği gezide oynatması değil. Politik doğruculuk penceresinden bakıp “Bu kadar da olmaz” deyip cık cıklamaktan başka yapacak bir şeyimiz yok.
Oysa İçişleri Bakanı’nın, hakkındaki gensoru önergesi tartışılırken ağzından kaçırdığı bir itiraf yakın dönem Türk siyasetinin en önemli skandalıdır. Siyaset, gazeteci ya da Bodrum’daki balıkçı üçgeni içinde kalan herkesin telefonlarının o ya da bu şekilde dinlendiğinden emin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bu yüzden telefonda konuştuğumuz tapeleri iddianame eklerinde görmeye alıştık. Bir nevi toplum olarak bu konuda şerbetlendik.
Skandal olan kısmı bu değil zaten. Hâlâ bilmeyenler için hatırlatalım; İdris Naim Şahin TBMM kürsüsünden ‘BDP’li milletvekillerinin telefonda konuşurken kendi aralarında Nevruz kutlamalarının yasaklanmasından memnun olduğunu söylediklerini’ iddia etti. Yani devlet, milletvekillerinin kendi aralarında yaptığı telefon konuşmalarını dinlemiş ve İçişleri Bakanı’na iletmiş, o da bunu Meclis kürsüsünde söylemekten çekinmiyor. Hatta siyasi olarak kendini savunmak için bu dinleme kayıtlarını kullanıyor. İşte skandal olan kısım burası. Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde bu tür bir dinleme, siyasi skandal ve suçtur. Bunu resmi olarak yapmak bir nevi Törkiş Watergate’tir. Bu bakanın diğer icraatları ve esprileri gibi gülüp geçilecek bir konu değil. Daha ciddi bir şekilde bu konuyu tartışmamız gerekiyor. Tartışma için ilk olarak şu soruya resmi bir cevap bulmalıyız. BDP’li milletvekillerinin cep telefonunu kim, hangi mahkeme kararı ile dinledi? Eğer dinlemediyse İçişleri Bakanı’nın bu konuşmalardan haberi nasıl oldu?
Bu sadece BDP’lilerin mağdur olduğu ve onları ilgilendiren bir konu da değil. Tüm siyasi sistemin dibine dinamit koyacak kadar önemli bir iddia.
Üstelik, gülünecek bir yanı da yok!

İşte budur Yeni CHP
Dün 28 Şubat’ta beklenen 2. dalga arama ve gözaltıları yapıldığında basında hemen hiç kimsede yeni bir heyecan dalgası kabarmadı. Hey gidi hey... Bundan birkaç yıl öncesine kadar yayınlar kesilir, son dakika haberleri ile internet siteleri inler, Twitter yıkılırdı. Oysa şimdi bak! Hiçbiri olmadı. Komutanların tutuklanmasına alıştık. Yanlış anlamayın, bunu bir şikâyet veya sitemle söylemiyorum, benimkisi sadece bir tespit. Dünün en heyecanlı çıkışı hiç beklenmedik bir yerden, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Basının önüne geçen CHP Genel Başkanı ilk 28 Şubat dalagasında yaptığı bir hatayı unutturacak yeni bir hamle yaptı. ‘CHP olarak tüm darbelere karşı olduklarını ve bu darbe yasalarının anayasada değiştirilmesi için yasal düzenleme önergeleri vereceğini’ söyledi. Bu sözleri başka bir parti başkanı söylese bu kadar şaşırtmazdı. CHP ilk kez eveleyip gevelemedi. Post-modern bile olsa darbe soruşturmasına adı karışanları kafadan sahiplenmedi. Çizgiyi çok net ve sağlam bir yere çekti. CHP’nin hatalarını eleştirmeyi biliyoruz madem takdir de edelim. Bu sefer ‘helal olsun’ diyorum. İşte budur Yeni CHP’ye yakışan.

Yerli otomobile neden ihtiyacımız yok?
SoruYorum programının önümüzdeki hafta yayımlanacak bölümünde İshak Alaton ile geleceğe dair bir söyleşi gerçekleştirdik. Alaton, Türkiye’nin neden yerli araba üretimine ihtiyacı olmadığını uzun uzun, tane tane, rakamlarla anlattı. Haftaya yayımlandığında eminim Başbakan Erdoğan da Alaton’a hak verecektir. Alaton “Neden yerli otomobile ihtiyacımız yok?” teorisini basit bir nüfus ve araç sayısı istatistiğine dayandırıyor. Nüfustaki artışı, araba sayısındaki artış ile orantılandırıyor. Dünyada otomobil sektöründeki oyuncuların durumuna bakıyor, sonra da kısa ve net olarak “Bu iş olmamalı, zarar büyük olur” diyor. Büyük hayaller kurmak ile olmayacak duaya amin demek arasındaki o ince sınırı çok güzel çiziyor. Ben hayallere ve büyük projelere inanan iyimserlerdenim. Emin olun, haftaya SoruYorum’da İshak Alaton’u dinledikten sonra siz de hayallerinizi gözden geçireceksiniz.