Bir film var adına uğraşıp bakmadım kimse insanlığını bile layıkıyla yaşamazken ben de yazımda biraz kaytarayım ne olmuş. O film de işte balerin annesinin biricik oğlunu kaçırıyordu adamlar sonra da bir karanlık oda da besliyorlardı. Boynuna da köpeklere taktıkları gibi bir tasma takıyorlardı sonra onu bir silah gibi kullanıyorlardı. Adam tek başına ölüm taburuna dönüyor karşısına çıkan herkesi öldürüyordu. Bir gün karşısına bir baba kız çıktı. Onlarla dondurma yedi, annesiyle olan sevgisini hatırladı. Merhameti hatırladı. Bir daha iflah olmadı. Boynuna o tasmayı yeniden taktırmadı.

Akşamdan beri televizyonda, sosyal medyada haberlere bakıyorum. Dün akşam iki futbol maçı oynandı. Amedspor- Ankaragücü ve Trabzonspor-Fenerbahçe. Sosyal medyada maçlar bittikten sonra kalecinin formasını çıkarıp sahanın kenarına koyduğu fotoğraf, serseri bir taraftarın hakeme saldırdığı anın fotoğrafları bir de demir çubuklarla dövülen Amedspor yöneticileri. Adamlar oturdukları yerde saldırıya uğradı.

Bu sabah CNNTürk de Parametre programında gazeteci günün olaylarından bahsetti. Sanki birden basuru tutmuşta konuşmakta zorlanıyormuş, bir kaşısa rahatlayacakmış gibi, yani, dedi böyle olmaz, dikkat etmeleri lazım, olmaz ki. Sonra kadın spiker yani demek istiyor ki Amedspor yöneticilerini demir çubuklarla dövdüler, ondan bahsediyor arkadaşım.

Akşam dinlediğim hiçbir spor programında Amedsporun başına gelenlerden kimse bahsetmedi. Aklına gelen küfüründen, programı kendi çöplüğü görüp her türlü zırvalamayı kendilerine hak gören koca adamlar, akşam bu konuda üç maymunu oynadılar diyeceğim de maymunları burada anmak maymunlara hakaret olacak.

Benim en çok ağrıma giden –gerçi onların sorunu- sokakta nasıl geziyorlar, evlerine gidip, alın çocuklar bu parayı ben kazandım, hanım sen al şunu bu mutfak masrafı, bu kira, bu çocuğun okul parası, nasıl diyorlar. Annelerini arayıp, nasılsın anne diye nasıl soruyorlar. Ya da nasıl dua ediyorlar, tanrılarına. Böyle restoranlarda falan nasıl bir tabak yemek istiyorlar kendilerine, hayır ben nasıl istediklerini, beden dillerini tahmin ediyorum, bu benim midemi kaldırıyor da asıl ben ruh hallerini merak ediyorum.

İç sesini kısmayı biliyorum ben. Kalbim ne zaman sıkışsa yeni öğrendim. Elimi kalbimin üzerine koyuyorum, uzanıyorum kanepeye, alıyorum elime tespihi, Allahın isimlerini sayıyorum. Kelimelerin şifasına inanıyorum, içimi rahatlatan ismi, yorulana kadar tekrarlıyorum. Kalbim ferahlıyor, aklım susuyor.

Acaba onlar ne yapıyor?

Topyekün bir sürü insan düşündüklerinden farklı nasıl davranır, neden davranır, onu düşünüyorum akşamdan beri.

Öfkeyle soysuzluk bu diyorum, sonra böyle düşünmekte ahlaksızlık, insanlar eşit, kimseyi birbirinden ayıramazsın, sen kimsin diyorum.

Kendime, kendimi savunuyorum sonra ama soyluluk diye bir kavram diyorum, ben icat etmedim.

İnsanlık tarihinin başına dönüp ne zaman bozulduk diye bulmaya çalışıyorum, kaybolup gidiyorum.

HEPİMİZ EŞİTİZ.

Neden böyle yapıyor insanlar, topyekün bir hastalığa tutulmuş gibi davranıyorlar. Akıllarının sesini mi kısıyorlar.

Tek başına olmaktan korkuyorlar galiba.

Tek başına olmak iyi bir şey değil.

Yalnız kalmak, öteki olmak, yüzlerin sana dönmesi, ya da herkesin sana arkasını dönmesi.

Farklı bir ses çıkarmak, fikrini söylemek kabalıktır. Onaylamak naziklik.

Soru sormak düzen bozmaktır.

Farklı düşünmek, bunu yüksek sesle söylemek salaklıktır.

Bunları biz toplumun içine ilk adım attığımız sıralarda öğreniriz.

Derste çişimiz gelse haylazlık yapmak istediğimiz sanılır, sınav kağıdımıza itiraz etsek, öğretmenimizin zekasına hakaret etmiş oluruz. Koca sınıftan farklı düşünsek, hatta giyinsek sınıfın delisi oluruz.

Böyle böyle ortak olmayı, ortak akla itibar etmeyi, aptallaşmayı kabul ederiz.

Ne kötü.

Güzel günlerde görüşelim.

Çirkin akılların sonucuna mahkum olmadığımız, sonuçların sanki bizim suçumuz gibi önümüze konmadığı zamanlarda.