Öyle çok anlatılmaya değer dizi seyrettim ki bu aralar, kafam aşure gibi karmakarışık. Bir de aynı anda okuduğum kitaplar var. Böyle kafam çok dolu olduğunda, hepsini dışarı atmak için yazmak da yeterli olmuyor.
Her neyse son seyrettiğim iki filmi anlatmaya karar verdim. Çünkü bir şeyler yazmazsam kafamın içini boşaltmam imkansız hale gelecek. Yazmazsam ölürüm hali yani.
Aşıklar Bayramı filmi ilk anlatmak istediğim film. Kemal Varol’un aynı adlı kitabından uyarlanmış. Baba oğlun yaptığı bir yolculuğu anlatıyor. Yönetmeni Özcan Alper’in film hakkındaki röportajını okudum. Senaryosunu da yazar ile yazmışlar. Kitabı olduğu gibi uyarlanmamışlar. Sadece baba oğul ilişkisini ele almışlar.
Aynı zamanda şair olan yazarın Küfran adında uzun bir şiiri var. Orada baba çocuk ilişkisinden bahsediyor şair ve diyor ki;
“benzemem diye düşünürken
müsvedde oldum ona”
Beni çarpan bir başka satır da;
“dönmem diye düşünürken
tavaf oldum ona.”
Aslında şiirin bütününü okumanız lazım. Çok etkileyici bir şiir, benim yaşıtlarımın çocukluğunu anlatıyor. Okuyanın gözünde kendi anılarını çağrıştıran anlar var.
Bütün insanlar ölmeden önce mutlaka içinden çıktıkları dünya ile hesaplaşırlar. Bu kabuklarını kırıp başka bir şey olmanın, kendini yeniden yaratmanın doğal ritüeli.
Aşıklar Bayramı filminde de yağmurlu bir akşam, kapı çalıyor ve oğlu Yusuf’u ziyarete geliyor Aşık Heves Ali. Öyle kapıda çekingen bekliyor. Çünkü 26 sene önce karısını ve oğlunu terk etmiş. Yusuf senelerdir babasını hiç aramamış ama aklında bir soru var. Neden bizi terk ettin? Neden beni hiç aramadın? Baba Heves Ali, daha mutlu olacağınızı sanmıştım diyor.
Birlikte bir yolculuğa çıkıyorlar. Aşık Heves Ali’nin amacı Kars’a gidip oradaki Aşıklar Bayramı’na katılmak.
Bir de sevdiği bir kadın var babasının. Bu yolculuk sırasında tanışıyor Yusuf. Karşılıklı oturup saz çalar, türkü söylerlermiş gençliklerinde. Heves Ali sevdiği kadına türküler yakmış. Bir gün gelmiş saçların sarısından bahsettiği bir türkü söylemiş kadına. Kızıl saçlı kadın onunla konuşmayı kesmiş. Bir daha yüzüne bakmamış. Yusuf’un da saçları çocukluğunda sapsarı.
Kızıl saçlı kadın kendisine veda etmek için tekrar kapısına geldiğinde Heves Ali’nin oğlu ile de tanışıyor. Babana iyi davran, diyor. Onun kalbi sazının içinde, diyor.
İnsanlar varlıklarını bir duygu ile bütün hissederlerse dünyanın gelir geçerleriyle pek fazla ilgilenmiyorlar. O yüzden de zamansız varlıklar oluyorlar.
Heves Ali de böyle insanlardan biri.
Babası ile yolculuğa çıkan Yusuf, onun insanlar tarafından nasıl hürmetle karşılandığına şahit oluyor.
Artık ölmek üzere olduğu için bir veda gibi geçmişinde mihenk taşı olan yerleri oğlu ile birlikte tekrar ziyaret ediyor yaşlı adam.
Yusuf babasını belki de bir oğul olarak değil onların gözünden görme imkanı buluyor.
Bu yüzden de oğul ve Yusuf olarak arafta, babasıyla hesaplaşma konusunda, çelişkiler yaşıyor.
Sanki günümüz ile tarihin hesaplaşması gibi, baba oğlun bir arada olduğu zamanlar.
Bir Uğradım
Seyrettiğim diğer film İranlı, İngiliz vatandaşı Babak Anvari’nin son filmi Bir Uğradım (I Come By).
Çocukluk arkadaşı iki grafiti sanatçısı, zengin insanların evlerine gizlice girip duvarına “Bir Uğradım” yazısını, yazıp çıkıyorlar.
Filmin hikayesinde yer alan kahramanlar İngiltere’de yaşayan azınlıklar. Onların başına bela olan kişi ise sör ünvanlı bir hakim emeklisi. Toplumda sayılan biri. Çevresi geniş. Sanki azınlıklar için, onların yararına çok şey yapıyormuş gibi görünüyor. Oysa evinin bodrumunda ağına düşürdüğü İranlı ya da azınlık gördüğü artık her kimse ona işkence yapıp öldürüyor.
Bu iki sanatçıdan biri eve girdiğinde bunun farkına varıyor ve tutsak insana yardım etmek isterken başları fena halde derde giriyor.
Filmi anlatmamın sebebi aslında spoiler olan kısmı. İsteyen bu kısmı okumasın bilemedim.
Sör hakim kendi kökeninden olmayan insanlardan nefret ediyor çünkü babası çocukluğunda annesine ve kendisine ihanet etmiş. Eve aldığı acem bir oğlanı yatağına alıp annesinin intihar etmesine sebep olmuş. Küçük oğlunu da yatılı okula göndermiş. En güzel günlerini yatılı okulda geçirmiş küçük çocuk. Bunlar Sör Hakimin tuzağına düşürdüğü insanlara işkence etmeden önce söylediği sözler.
Şimdi evinde, babasının resmi başköşede asılı çatık kaşlarıyla ve babası onun başbakan olmasını istermiş. Hayali oymuş. Fakat adam hakimlik statüsüne geldiğinde istifa etmiş. Kendince babasının isteğini yerine getirmeyerek ondan intikamını almış. Şimdi onun resminin gölgesinde cinayetler işliyor. Geçmişte evlerine gelen yabancı oğlana duyduğu öfkeyi dindirmeye çalışıyor. Dolaylı yoldan babasından intikam alıyor. Onun istediği gibi biri değil, bir seri katil olmak iştahını kamçılıyor.
Grafiti sanatçılarından birinin annesi psikiyatrist ve o da göçmen ailelerin çocuklarıyla çalışıyor. Onlardan biri kan korkusu olan, kan gördüğünde bayılan bir çocuk. Annesi istediği için doktor olmak istiyor. Oysa kendisinin hayali bilgisayar mühendisi olmak fakat annesini üzmemek için ne istediğini ona söyleyemiyor.
O kadar sıkışıyor ki düşünceleri ile içine düştüğü dünya arasında, sonunda intihar ediyor. Ancak başarılı olamıyor. Bu yüzden büyük ihtimal devlet onu terapiye gönderiyor.
Psikiyatrist anne, oğlana diyor ki ailen seni fark etsin diye intihar ettin, değil mi? Bir imdat çığlıydı.
Hayır, diyor oğlan. Ölmek istedim. Ölmek ve onları, üzmek istedim.
Psikiyatr anne, oğlunun evlere girip grafiti yaptığını bilmiyor. Onu amaçsız, boş gezenin boş kalfası bir çocuk olarak tanımlıyor. Danışanlarını oğlundan üstün tutuyor. Onların hayata tutunmak için çaba harcadığını düşünüyor. Bunu da oğlunun yüzüne söylüyor.
Oğlu, annesi televizyon seyretmesin diye sürekli kumandayı saklıyor. Televizyon ona değersiz bilgiler yayan bir kutu. Kadın buna gıcık oluyor. Oğlunu, sen youtube’da çok mu önemli şeyler öğreniyorsun, diye eleştiriyor.
Ve bir gün dağıttığı mutfağı toplamadığı için evden kovuyor. Elinden anahtarını da alıyor.
Böyle ailelere de ben gıcık oluyorum.
Hem 23 yaşındaki oğlunu, her şeyi yarım bırakmakla, maymun iştahlı olmakla suçluyor hem de oğlu ile baş edemeyince evden kovuyor. Sonra da kendine bir kumanda alıp kanepede keyifle televizyon seyrediyor. Devamını da anlatmak isterdim de neyse eskisi gibi değilim. Artık sadece anlatıcı olmak istemiyorum.
İnsanlar güya zaman ilerledikçe gelişiyorlar. Fakat bazı temel şeyler hiç değişmiyor. Belki ileride insanlar rahimde döllenmez, klonlanır. Doğanın ritmi değişirse işleyiş de farklı olur.
Şimdilik içinden çıktığın kabukla mücadele baki görünüyor.
Yine yazım çok uzun oldu. Kendimi geliştirmek, değiştirmek gibi bir çabam var.
Böyle hap gibi yazmak istiyorum. Ne söylemek istediğimi drajeler halinde ifade edesim var.
Güzel günlerde görüşelim. Ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.