İnsan hep bu incelikler yüzünden, incelip kopan duygular, geçilen ince çizgiler yüzünden karanlığa düşer, aydınlığa çıkar.

Cici filminin annesi ailenin en sessiz üyesi, gürültülü baskın karakter ise baba, çocuklar sanki tecavüzle doğmuş. Geceleri istediğini alamazsa karısını odaya kilitliyor adam, çocuklar annelerinin ağlama seslerini duyarak uyuyorlar. Baba o kadar baskın bir karakter ki galiba sorgulamıyorlar annenin ağlamasını, o yüzden çocukluklarını güzeldi, diye anımsıyorlar.

Evin en küçük oğlu babasının ölümüyle çocukluğunun bittiğini düşünüyor.

Baba ve televizyon eskiden evlerde birlikte anılan kavramlardı. O neyi seyrederse herkes onu seyrederdi.

Ailede birey kavramı geliştikçe evin içinde televizyonlar çoğaldı. Anne mutfağına bir televizyon aldı önce. Sonra çocuklar odalarına çekilip orada kendi istedikleri programları seyretmeye başladılar.

Şimdi aile bireyleri iki yaşındaki çocuklarını başlarından atmak için ellerine telefonlarını tutuşturuyorlar. Çünkü hayat onları çok yoruyor.

Bu filmde en sevdiğim sahnelerden biri çoban çocukla evin kızının samanlıkta karşılıklı oturduğu sahne. Erkek çocuğu kızın kalbine elini koyuyor ve o sırada İstiklal Marşı başlıyor.

Bir diğer sahne ise babanın gece televizyonun karşısında uyurken, karanlık bir el tarafından odada yanan ateşin üstüne kül dökülüp ateşin söndürülmesi, odanın penceresinin açık bırakılması ve sabah adamın soğuktan anne rahmine dönmüş bir şekilde, rüzgardan pencerenin çarpmasıyla, korkuyla uyanması.

cici

Sanatın herhangi bir dalıyla kendini ifade etme yolunu seçen ve diğer insanlarla iletişim kurmak isteyen yaratıcı insanlar önce kendilerini anlatmak isterler. En iyi bildikleri hikayeden yola çıkarlar.

Cici filminde de çocuklardan Kadir büyüdüğünde yönetmenlik mesleğini seçiyor ve baba evine dönerek çocukluğunun travması olan hikayenin filmini çekmek istiyor. Artık yavaş yavaş zihni bulanıklaşan annesini filminde oynatmak istiyor.

Ancak annesinin, belki de bilinç altına attığı buzdağı anıları filme dahil olduğunda kırılıyor ve Alzheimer’a doğru yolculuğu hızlanıyor.

Bir sürü kötü eleştiri okudum film hakkında. Ben her zaman okuduğum, seyrettiğim şeyin bendeki duygusuyla ilgileniyorum. O yüzden filmi beğendim. Bana geçen duygularından hoşnut kaldım. Tanıdık olanlarına merhamet ettim.

Aile kavramındaki yakıcılığı ve iyileştirici yanı yeniden hatırladım.

Hep kafamı kurcalamıştır. Neden insanlar sevdiklerini söyledikleri insanlara şiddet uygularlar. Hatta neden karşılık görmediklerinde sevdiklerini öldürmeyi düşünür hatta öldürürler. Sevdiklerinin hayatını kabusa çevirmeyi kendilerine amaç edinirler. Bunun açıklamasını kendimde bulamadım.

Aslında insan kendini de net göremez.

Bazen yaptıklarımızı hafifletir, eleştirdiğimiz insanlardan daha korkunç şeyler yapabiliriz.

I am a Stalker

Sorularımın cevabını az da olsa aldığım bir belgesel seyrettim. Adı I am a Stalker.

Hayatı öğrenmek istiyorsanız hatta içinde yaşadığınız toplumun gerçek tarihini öğrenmek istiyorsanız. O dönemde yaşayan insanların hayat hikayelerini okumalısınız.

Bu belgeselde her bir bölümde yakınlarına şiddet uygulayan insanların hikayesi anlatılmış.

Şiddet yüzünden mahkum olmuş insana söz hakkı vermişler o da duygularını anlatıyor. Sevdiği kadını neden takıntı haline getirdiğini, ayrılmak istediğinde ne hissettiğini, olayların ne zaman çığırından çıktığını, çocukluğunu ve sonra sevdiği kadın sözü alıyor. Ondan nasıl korktuğunu, hayatının ne kadar değiştiğini, sadece kendisinin değil tüm aile fertlerinin hayatlarının kabusa dönmesinden bahsediyor.

Bu takıntılı insanların ortak paydası terk edilmeyi kendilerine yediremiyorlar. Onları sinirlendiren şey ret edilmek, sevmenin yolunu kendilerine göre bulmuşlar ve bunda mahsur görmüyorlar. Sevdikleri buna tepki gösterince çok sinirleniyorlar. Kendilerini o kadar haklı görüyorlar ki bu haklılık onları sınırsız yapıyor. Her şeyi yapmayı kendilerine hak görüyorlar.

Çocuklarıyla tehdit ediyorlar. Telefon edip uygulama indiriyorlar, kendilerinden kaçıp hayatına sınırlar getiren, ölmemek için hayata kapanan kadınlara. Anne babalarını öldürmekle tehdit ediyorlar. Tek istedikleri kadının ona geri dönmesi. Sevgisine kendisinin istediği gibi karşılık vermesi.

Bir adam kadın ayrılmak isteyince hiç sesini çıkarmıyor. Gece yatakta birden yanında yatan kadına tekme atıyor. Kadın uykusunda kabus gördüğünü düşünüyor. Fakat adam durmuyor. Kadını dövüyor, tecavüz ediyor ve sonra arkasını dönüp uyuyor. Sadece artık senle yapamıyorum, lütfen evimden git dediği için. Ve sonra da kabus başlıyor.

En ilginç olanı şiddet uygulayan erkeklerin içinde bir tane kadın hikayesi var.

Polis ilk defa meslek hayatında böyle bir olaya tanık olduğunu söylüyor.

Kadın evlendiği kocasının eski sevgilisini kıskanıyor. Çünkü sevgilisinden doğan çocuk bir gün ölüyor. Kocası ile sevgili görüşmeye başlıyorlar. Ortak acıları yüzünden yakınlaşıyorlar. Ve karısı bu durumu kıskanıyor. Sadece çocuktan bahsedeceksiniz bir araya geldiğinizde diyor. Sonra aklındaki düşüncelerin esiri oluyor. Kadının kapısına fotoğrafının olduğu bir kağıt bırakıyor ancak suratında kırmızı kalemle çizilmiş bir yıldız var. Yaptıkları zamanla hoşuna gitmeye başlıyor. Onu ne kadar korkuttuğunu düşünüyor. İnternetten kara büyü araştırıyor. Başka şeyler de bırakıyor kapısına ve diğer kadının hayatını kabusa çeviriyor.

Bu konuda üstelik annesinden yardım alıyor.

Yakalandıklarında hiçbir pişmanlık göstermiyorlar. Şaka yaptık diyorlar. Hatta anne, onların örgütlü dinlerine inanmadığımız için bizi cezalandırdılar diyor.

Erkekler hapse düştüklerinde tanrıya sığınıyorlar. Cezalarını bulduklarını düşünüyorlar genelde. Hatalı olduklarını kabul edip, değiştiklerini söylüyorlar.

Onlardan eziyet gören kadınlar ise erkeklerin pişmanlıklarına inanmıyor. Tekrar hayatlarında onları bir daha asla görmek istemiyorlar.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.