Yeni yazımın konusu hakkında çok kıvrandım bu sefer. Çünkü anlatacak çok şeyim var ancak yazma konusunda da tereddütlerim, o yüzden biraz beklemeye karar verdim.

Ankara’da şehir hastanesinde ailecek bir maceramız oldu. Benim sokağa çıkmam hep maceralıdır zaten. Ne zaman insanların arasına karışsam ya insanlardan şikayet eder eve dönerim ya da birilerine bulaşırım. Hastanede refakatçi kalmak ise ayrı bir sorun benim için. Birkaç maceram var bu konuda. Arkadaşlarıma sorsanız, onlarla da kalmışlığım var. Merdiven aralığında sigara içmişliğimi, seksi geceliğimi falan anlatıp, benimle dalga geçerler. Bana sorarsanız yapılan haksızlara isyan etmekten yorgun düşmüşümdür.

Her neyse şehir hastaneleri hikayemi başka zaman anlatacağım. Zaten yazdım ama yayınlanmaktan vazgeçtim. Her yerde bir sansür kurulu var. Önce zihnimizde sonra bizim evde, kocam. Durumu genişletirsek evdeki baba yaşadığın dünyada devlet olur. O yüzden şimdilik susmayı tercih ediyorum.

Ankara’daki günlerimi iki evre olarak tanımlıyorum. Biri hastanede geçen tımarhane günlerim. Oradan çıkıp kocamın baba evine döndüğümüzde, ikisi de 90 küsur yaşlarında anne babasının yaşadığı ikinci tımarhane. Çok yaşlı olduklarından birinin kulakları duymadığı için kendi dünyasına çekilmiş ve dünyasında herkesin hırsız olduğuna inanan bir adam. Diğeri Demans ve Parkinson hastalığı yüzünden, unutmakla unutmamak arasında arafta, temiz sayfa açmayı arzulayan ama beceremeyen bir kadın.

Eve geldiğimde eski alışkanlığıma dönüp kendi kimliğimi hatırlamaya çalışmakla geçti ilk günlerim. Çünkü orada iki zamanda da ayakta kalabilmek için aklımı mecburen kiraya vermek zorunda kaldım. Yani aklımı rölantiye aldım. Sen biraz oyalan bir yerlerde, dedim.

Kendi alanıma girince şöyle ağız tadıyla bir film falan izleyeyim dedim. Karşıma Dahmer adında bir dizi çıktı. Seri katil Jeffrey Dahmer’in gerçek hayat hikayesinden esinlenerek çekilmiş.

evan-peters-als-dahmer

Aslında hiç zamanı değildi benim için ama içimdeki meraklı Pakize yüzünden atlayarak seyrettim.

Genç adam son derece yakışıklı, zeki, normal bir annesi, onlarla hiç ilgilenmeyen bir babası olan bir birey, her babası ile sorun yaşayan seri katil olmuyor elbet. Fakat insanlar yaşadıkları travmaları, zihinlerinde nasıl geri yansıtıyorlar yaşamlarına, o kişinin kendine has bir durum.

Çocukluğunda komşusu tarafından cinsel istismara uğrayan Dahmer, gençliğinde gay barlara gidip oradan genç insanlarla tanışıp, onları evine davet ediyor. Yaşı 14 olan da var. Çoğunluğu zenci olan bu insanları önce ilaçla sersemletiyor. Sonra öldürüp cinsel istismarda bulunuyor. Ardından sevdiği parçalarını pişirip yiyor. Bazılarının kafasını koparıp saklıyor. Yan komşu kadın sürekli, garip kokudan şikayetçi fakat genç adam her seferinde onu bir şekilde ikna ediyor. Ya da kadın tahammül edemeyeceği şeyleri duymak istemediği için konuyu fazla irdelemiyor.

İnsanın doğasında vardır. Kaldıramayacağımız konunun üzerine gitmek istemeyiz. Bu hal, ruhsal dünyamızı belki de bedenimizi, bilinçaltımızın korumaya alma içgüdüsüdür.

Her şey ortay çıkıp, yan komşusunun bir seri katil olduğunu öğrendiğinde, komşu kadın suçluluk hissediyor. Sadece Dahmer’in suçlu olmadığını, etrafındaki insanların da bunda payı olduğunu söylüyor. En büyük payı da kendinde buluyor. Bir rahiple görüşüp ruhunu özgürleştirmek istiyor, günahları konusunda. Rahip de ona daha çok kiliseye gelmesini söylüyor.

Yaşadığı şehirdeki insanlar da kendilerini suçlu hissedip, cinayetlerin işlendiği binayı yok etmeye karar veriyorlar ve bina yıkılıyor. Komşu kadın iki sene boyunca yetkili mercilere gidip ölen insanların anısına yıkılan binanın olduğu yere bir anıt yapılması için ricada bulunuyor. Dilekçeler topluyor. İnsanların zihninde kötülüğün yani seri katilin kalmamasını istiyor. Ölen insanların unutulmamasını; binanın yıkıldığı yerde bir parkın yapılıp, ölenlerin anıtlarının yapıldığı bir alanda iyiliğin hüküm sürmesini istiyor ama başarılı olamıyor.

Kendi varlığımın sınırlarını kanırtmaya meylettiğim günden beri özgürlüğün ne demek olduğu konusuna çok kafa patlattım. İlk hoşuma giden, ikna olduğum bilgi, benim sınırlarımın bittiği yerde başkasının sınırlarının başlamasıydı. Şimdi çok klasik hatta sıradan bir söz geliyor bu bana.

Bir felsefe hocası demişti ki benim özgürlük alanım nokta kadar senin özgürlük alanın dünyalar kadarsa ne olacak? Bu mudur özgürlük?

Evet. O zaman ne olacak? Hangimiz özgür ya da ne kadar özgür?

Bugün öğrendiğim bilgileri zihin süzgecimden geçirdiğimde özgürlüğün aslında o kadar da lezzetli bir şey olmadığını düşünüyorum.

Özgür olmak var olmak demek.

Özgür olmak demek, gözünün değdiği her şeyden sorumlu olmak demek.

İnsan olmak demek.

Aslında başa bela bir durum özgürlük.

Komşu kadına dönecek olursak, komşu kadın yan komşusundan kendini sorumlu hissetmeli ve bu koku işini yabana atmamalıydı. Biz kadınlar derin duygulara sahip varlıklarız. Adamın eve getirdiği erkekleri, bağrışma seslerini de duydu kadın. Ama hep bir bahane buldu kendine. Ne bahanesi bilmem ama olayın üzerine fazla gitmedi.

14 yaşındaki çocuk çıplak, katilin elinden kaçmayı başarmıştı. Etrafına insanlar toplanmış ne oluyor diye sormuşlar. İnsanları ikna etmiş katil ve çocuğu içeri çekip öldürmüş. Nasıl ikna etti sizce? O insanların duymak istedikleri başlarını belaya sokmayacak sözleri söyleyerek ikna etti bence.

Ben dizinin hepsini başından sonuna kadar seyretmedim. İçim kaldırmadı. Birinci bölümü ile son bölümünü seyrettim. Bir de adamın gerçek hikayesini okudum.

Egosu o kadar yüksek ki katilin, hapse girdiğinde hiç pişmanlık göstermiyor. Orada herkesi küçümsüyor, alay ediyor. Böyle yaparak belki de kendini korumaya alıyor. Babası geliyor onu ziyarete. Bir tek babasının onu affetmesini istiyor, bir de tanrının.

Sonunda hapishanede öldürülüyor. Psikolojik sorunları olan birisi, onu köşeye sıkıştırıp başkalarına yaptığı gibi kafasına vurup öldürüyor. Öleceğinin korkusunu hissediyor. İlahi adalet budur belki de. Evine çektiği insanlar da bir an gelip öleceklerini anlamışlardı.

Ya ben aslında başka bir dizi anlatacaktım. Adı “The Girls at the Back”. Bir arkadaş grubunun dostluk hikayesi. Eğlenceli. Güzel kadınların olduğu, izlemesi keyifli, azıcık hüzünlü bir hikaye.

Onu da en yakın zamanda anlatırım, keyif benim değil mi?

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.