Son yazımda size bir dostluk hikayesinden bahsedeceğimi söylemiştim. Fakat üzerine anlatacak bir sürü şey seyrettim yine de azıcık ucundan bahsetmek istiyorum, Arka Sıradaki Kızlar’dan.

Orijinal adı The Girls at the Back olan dizide, okul yıllarından beri arkadaş olan beş kadın, aralarından bir tanesinin kanser olması nedeniyle tatile çıkmaya karar verirler. Ayda bir görüşen bu güzel kadınlar, önce radikal bir karar alıp, tatil dönüşü kemoterapiye başlayacak olan arkadaşlarına destek olmak için saçlarını kazıtırlar.

Arkadaş, bir insan saçlarını sıfıra vurur da bu kadar mı güzel olur?

Dizi boyunca en çok buna kafa patlattım ben. Çünkü ben ne zaman hayata küssem, kendime kızsam, kuaförüme gidip saçlarımı kazıtmak istiyorum, desem. Abla senin kafan küçük, gövden büyük yakışmaz, diyorlar. O zaman hayata daha da küsüyorum. Henüz kafamı kestirmeye cesaretim olmadığı için kös kös eve dönüyorum.

Her neyse buradaki kadınlar acayip güzel. Aralarında bir tane tombul var. O huysuz biraz. Kimse sarılsın istemiyor kendisine. Hep araz çıkarıyor. Güzellerin arasındaki nazar boncuğu gibi bir şey, böyle söylememin sebebi hikayenin alt metninde seyirciye verilmek istenen şey, kadın bedeninin öneminden dem vurulması, hep kazananın güzel kadın bedeni olduğunun altının çizilmesi.

Oysa insan hikayeleri teker teker incelediğinde, asıl önemli olan özgüvendir. Nice güzel kadın vardır, ne kadar güzel olsa da farkında olmadığı için ya da onun gözünde bir önem taşımadığı için mutsuzdur, yalnızdır. Acı çeker. Üstelik acısının sebebi güzelliği değildir. Bazen güzelliğinden dem vurulmasını da hakaret sayar.

Ve nice çirkin kadın vardır ki kendisini güzel hissettiren insanlar yüzünden her bir güne tanrıça gibi başlar.

Bu dizide, kadınlar bir kutunun içinde dileklerini yazıp, yanlarında tatile götürüyorlar. Hırsızlık, kadınlarla sevişmek, uyuşturucu kullanmak, daha bir sürü şey.

Aynı zamanda hikaye ilerledikçe beş arkadaşın yumuşak karınlarını, sırlarını da öğreniyoruz.

Ve kanserden, kimin hasta olduğundan hiç bahsetmiyorlar.

***

Anlatmak istediğim bir diğer dizi Andropoz, Taylan kardeşlerin yönetmenliğini yaptığı, senaryosunu Engin Günaydın’ın yazdığı dizi, çok eğlenceli.

Taylan Kardeşlerin daha önce yine Netflix’e çektikleri Azizler filmi sanki başka bir dünyada geçiyor gibiydi. Bu Andropoz dizisi de sanki başka bir alemde geçiyor. Bunun sebebi seyirciye geçirdikleri enerji belki de. Seyrederken sanki başka bir ülkede geçiyormuş hissine kapılıyor insan. Belki de Netflix gibi bir mecraya çekildiği için özellikle öyle bir his yaratılmak istenmiştir, bilemiyorum. Tabelaları görmesem bizim ülkemizde yaşamıyor bu insanlar derdim.

Tamer Karadağlı ilk defa farklı bir rolde oynamış.

Andropoz’un kastı yapılırken sanki bu rolü Tamer Karadağlı oynasın, biraz gülelim, demişler. O da hoşgörüyle karşılamış, kabul etmiş. Hadi lan gülün azıcık, demiş. Ben öyle bir hisse kapıldım, dermişim. Hatta dedim bile.

Ben en çok Rus kadını sevdim. Çok güzel küfür ediyordu. Kocasıyla diyalogları çok komikti.

Bir de adına hiçbir yerde rastlamadığım Engin Günaydın’ın kızını oynayan genç kız şahaneydi. Bence çok yetenekli, rolü de çok güzeldi. Oğlanları fakirlik mertebelerine göre çok şahane ayıklıyordu.

Filmde Tamer Karadağlı’nın karısı kocasından ayrılmak istiyor. Üstelik onun gizli cinsel eğiliminden dolayı ayrılmak istiyor. Bu ülkede böyle birçok kadın var. Erkekler cinsel eğilimlerini toplumdan gizlemek için hatta bazen kendilerine bile itiraf edemediklerinden evleniyorlar. Kadınların hayatını daha da çekilmez hale getiriyorlar.

Benim bildiğim bu tarz evliliklerde çok fazla şiddet oluyor. Ve kadın toplumun bildiğini yüksek sesle itiraf edemediğinden saçma bir evliliğin içinde yok olup gidiyor.

***

En çok etkilendiğim filmi sona sakladım. Athena.

Fransız ve Arap ortak yapımı olan filmin yönetmeni, sinemacı bir aileden geliyor. Romain Gavras, tartışmalı siyasi konuları sinemanın temel konusu olarak işleyen Costa-Gavras’ın oğlu. Yunan kökenli Costa-Gavras siyasi seçimleri yüzünden ABD’de okumaya gidemeyince Fransa’da sinema eğitimi almaya karar vermiş. Belgesel tadında dünyanın ilgisini çeken önemli filmler çekmiş.

Romain Gavras’ın Athena’dan başka filmini seyretmedim. Fakat bu güne kadar çektiği filmleri Mubi’de listeme aldım. O da filmlerinde seyircinin yüreğine ateş düşürüp onları kendi düşünceleriyle baş başa bırakmaktan yana bir yönetmen olduğunu söylüyor.

Athena filminde de tam olarak bunu yapıyor. Film sadece bir kaostan ibaret. İnsan hikayelerinin başını sonunu bilmiyorsunuz. O kaosun içinde aslında merak da etmiyorsunuz. Resmi tamamlayan ahenkle uyumlu müziklerin eşliğinde, tıpkı televizyondan savaş haberleri seyreder gibi savaşa dahil olmadan seyrediyorsunuz. Bunu seyretmenin zevki, film olduğunu biliyorsunuz, adrenalin yükleniyorsunuz, içinizdeki uykuya yatırdığınız canavar haz alıyor gördüklerinden. Çünkü bu filme sanat da dahil.

Bir annenin dört oğlu var. Bunlar sosyal konutlarda yaşıyor. Başka babadan olan büyük oğul uyuşturucu kaçakçılığı yapıyor. Diğer oğul okumuş, polis olmuş. Bir diğeri annesinin yanında, en küçük olan 11-12 yaşlarında ve öldürülüyor. Aile çocuklarını polisin öldürdüğünü düşünüyor. Evdeki oğul, o da henüz çok genç.

Genç oğul, Müslüman olmanın, azınlık olmanın, her olayda kendilerinin kurban seçilmelerinin haksızlık olduğuna inanıyor. Bu yüzden kendilerini öteki görenlere bedel ödetmek istiyor. Kardeşini öldürenlerin adlarını öğrenmek istiyor. Hatta onlara teslim edilmesini istiyor.

Çok klasik bir hikaye aslında.

Dünyada biz doğmadan önce çizilen şablonlardan birinin, kısa bir hikayesi kurgulanmış filmde.

Fransa’da aynı gece bir sürü mekana yapılan saldırıları hepiniz hatırlasınız. Biz evde sabaha karşı uyumuştuk. Sosyal medyadan olayları takip etmiştik çok huzursuz bir ruh haliyle.

O zamanlar bir yazı okumuştum. Yazar, anma törenlerine katıldığını ama polislerin törene katılan yaslı insanlara, gereksiz katı davranışlarda bulunduğunu, bu sertliğin yaslı insanlara saygısızlık olduğunu söylemişti.

Filmi seyredin bakalım, hayatın ince çizgisinde, siz nerede duruyorsunuz?

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.