Başbakan Erdoğan’ın uyarısı ardından Dışişleri Bakanı Davutoğlu Şam’a gidiyor. Hükümetin “komşularla sıfır politikası”nın ve Ahmet Davutoğlu’nun kariyerinin en başarılı örneğini Suriye ilişkileri oluşturuyordu. Vizenin kaldırılması, sınırın açılması, ortak bakanlar kurulu gibi “gösterişli” adımlardan sonra Hafız Esat döneminde PKK’ya ve Öcalan’a sağlanan desteğin olumsuz anıları tümüyle belleklerden silinmişti.

Türkiye 1999’da Abdullah Öcalan’ın Şam’dan çıkarılması için “savaşı göze aldığını” açıladığında Kahire’de kafes altında yargılanan Mısır’ın devrik başkanı Mübarek, arabulucu olarak Ankara’ya gelmişti.

Ankara şimdi muhalif hareketleri tankla bastırmaya çalışan Beşar Esad’ı, “Reform yapmazsan sonun Mübarek gibi olur” diye uyarıyor.

“Arap baharı” diye adlandırılan süreç o coğrafyadaki diktatörlüklerin sonunu getirdi.

Tunus’ta, Mısır’da fazla kan dökülmedi, Libya’da ise iç savaş çıktı. Kaddafi hâlâ direniyor.

Suriye de muhalifleri en sert şekilde bastırmaya çalışıyor.

ABD’nin 11 Eylül’den bu yana Suriye ve İran’a iyi gözle bakmadığı bilinmekte. Bush, Irak’tan sonra Suriye ve İran’a da müdahaleden yanaydı. Yapamadı. Obama-Clinton yönetimi ise İran’ın “nükleer programı”nı hâlâ tehdit olarak görüyor. Esad rejimini de İran’la müttefik sayıyor. Dolayısıyla Irak’ta “Saddam rejimi”nin sonunu getiren bir strateji Washington açısından Suriye için de geçerli.

Türkiye ise Erdoğan-Davutoğlu politikasıyla Arap coğrafyasındaki geçişin ABD’nin müdahalesini gerektirmeyecek “reformlarla” sağlanması, İran’ın nükleer silah programının denetime açılması gibi sonuçlara ulaşmayı hedeflerken, onca zaman iyi ilişkiler sürdürülen rejimler teker teker çöktü.

Şimdi Suriye potada!

Ve Başbakan Erdoğan, “Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Orada olanlara seyirci kalamayız. Sabrımızın sonuna geldik” sözleriyle bugüne dek İsrail için bile kullanmadığı sertlikte mesajlar verdi.

Erdoğan’ın çıkışı, Apo’nun Suriye’den çıkartılması sırasında kullanılan savaşçı dili çağrıştırıyor.

Başbakanlık’taki güvenlik zirvesine dün Genelkurmay Başkanı da katılmış.

2003’te Irak’ın işgali öncesindeki ABD baskısına benzer bir etki söz konusu mu bilmiyoruz ama Esat rejimin kendi halkına karşı sergilediği acımasızlık bir uluslararası müdahaleyi gerektirecekse bile bu neden Türkiye’nin “iç meselesi” olsun?!

Şu sıra bir “iç mesele”yi çözmek istiyorsak, “Kürt meselesi” öncelikli olmalıdır.

Eğer Kürt meselesini çözemezsek ve her defasında “operasyon” ihtiyacı içinde olursak günün birinde başkaları da Kürt meselesini önümüze sürmezler mi?

Suriye de bir insanlık trajedisi sürmektedir. Ancak olay Türkiye açısından bir “dış politika” sorunudur.

Komşu bir ülkeye operasyon Meclis kararını gerektirir.

1 Mart tezkeresini unutmayalım.