Özel yetkili ceza mahkemelerinin kaldırılması, tutuklama mevzuatının değişmesi demokrasinin olmazsa olmaz gereklerinden.

HSYK’nın bir görevi yargının işleyişini denetlemektir. Nitekim, avukatların şikâyeti üzerine, şike soruşturmasını yürüten özel yetkili cumhuriyet savcısının işlemlerini araştırmaları için iki müfettiş görevlendirildi. Soruşturma fiilen askıya alındı. Neredeyse eşzamanlı bir kararla, Deniz Feneri e.V hakkında açılan davada da avukatların şikâyetini ciddiye alıp yargıçlar ve savcı hakkında araştırma başlattı.
HSYK’nın şüpheliler ve sanıkların hukukunu korumaya yönelik girişimlerinin, özünde eleştirilecek bir yanı yok. Bundan önce, Ergenekon davasında bazı tutuklu sanıklar, davanın hâkimlerine karşı tutuklama yetkilerini suiistimal ettikleri iddiasıyla açtıkları tazminat davasını kazanmışlardı. Şimdi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun vereceği nihai karar bekleniyor. Hâkimler şahsen sorumlu olmazlarsa Hazine bu tür tazminat davalarının muhatabı olacak.
Yargının işleyişinin hukuk yollarıyla denetimi, hukuk devletinin olmazsa olmaz kurallarından biridir. Bu kuralın herkes için eşit biçimde uygulanması koşuluyla. Aziz Yıldırım, Zahid Akman veya Mehmet Haberal gibi şahsiyetlerin şikâyetleri veya açtıkları karşı davalara yüksek yargı organları ivedilikle ve hassasiyetle eğildiler. Ama Festus Okey davasında Çağdaş Hukukçular Derneği’nin geçen mayıs ayı başında HSYK’ya yaptığı şikâyet ne oldu?
Festus Okey 2007’de Beyoğlu’nda uyuşturucu kuşkusuyla gözaltına alındı. Ardından Beyoğlu Karakolu’ndan cenazesi çıktı. İddiaya göre, sorgusunu yapan polisin silahından çıkan kurşunla öldürülmüştü. Polis hakkında dava açıldı. Dört yılda dava bir adım ilerlemedi. Polis ne gözaltına alındı ne de açığa. Sonunda Nijeryalı maktulün kimliği sorunu bahane edilerek dava iyice tıkandı. Maktul kimi kimsesi olmayan birisi olduğu için mi, yoksa sanık polis olduğu için mi, bilmiyoruz, ama yüksek yargı bu davanın sürüncemede bırakılmasına karşı, şike veya Deniz Feneri davalarında gösterdiği hassasiyeti göstermiyor.
Benzer bir ilgisizlik özel yetkili ceza mahkemelerinin kapsama alanına itiş kakış sokulan birçok dava için geçerli. Aylar, hatta yıllar süren tutukluluk sürelerinin yüksek yargı organlarını rahatsız ettiğini söylemek zor. Ergenekon davaları vesilesiyle gündeme gelen, eski Genelkurmay Başkanı’nın bile, ucu ‘silah arkadaşlarına’ dokununca çok hassas olduğunu keşfettiğimiz bu tutuklama yoluyla cezalandırma pratiği, ortak nitelikleri muhalif olmak olan yüzlerce yurttaşın haksız yere eziyet görmesine yol açıyor. Polis fezlekelerine dayalı ve çoğu zaman ilintisiz olguların birbirine teyellendirilmesiyle oluşturulan suçlamalarla, şüpheli ve sanıklar, suçları sabit olmadan cezalarını çekmeye başlıyorlar.
Önümüzdeki perşembe ve cuma günleri Devrimci Karargâh örgütüyle ilişkili oldukları iddiasıyla birçoğu aylardır tutuklu olan SDP ve TÖP örgütleri yönetici ve üyelerinin, Red ile Bilim ve Gelecek dergileri yazarlarının aralarında olduğu 22 kişinin davası İstanbul Özel Yetkili Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Dün Radikal’de Yıldırım Türker bu davayla ilgili etraflı bilgi verdi. Suçları sabit bir-iki kişinin yanında, haklarında ceza suçlamasına dayanak oluşturacak hiçbir delil olmayan onlarca kişi de, öç alma, bastırma, sindirme vs. gibi amaçlarla tutuklu yargılanıyor.
Sosyalist çevreleri hedef alan bir başka davada, 20 yaşında iki üniversite öğrencisinin durumu, Türkiye’de cezalandırma amaçlı tutuklama uygulamalarını özetliyor. Baran Nayır ve Ali Deniz Kılıç, 6.12.2009’da Ümraniye’de yapılan bir basın açıklaması sonrası gözaltına alınıp, terör örgütüne üyelik suçlamasıyla tutuklandı. İkisi de SDP üyesi olan bu üniversite öğrencileri, çoğu kendi lehlerine olan bütün deliller toplanmış ve mahkemede sorguları yapılmış olmasına rağmen o günden beri tutuklular. Neden mi? Yakalama tutanağını düzenleyen polisler dört celseden beri mahkemeye gelmedikleri için! Devamsızlıktan üniversitedeki kayıtları silinince, bu yıl yeniden sınavlara girmişler. Biri tek böbrekle yaşama tutunuyor. Diğeri ise genç yaşına rağmen hapishane koşullarında kalp rahatsızlığı çekmeye başlamış. Kendileriyle birlikte tutuklu yargılananların hepsi tahliye edilmelerine rağmen bu iki gencin geçen temmuz ayı sonunda görülen son duruşmalarında tutuklu kalmalarına karar verildi. Gelecek duruşma aralıkta. O tarihte tam 24 ay tutuklu kalmış olacaklar!
Avukatların bu konuda HSYK’ya bir şikâyette bulunup bulunmadıklarını bilmiyoruz. Ama böyle bir başvuru olmasa bile, HSYK’nın kendiliğinden bu duruma el atması gerekmez mi? Bunu yapmadığı zaman, ünlünün, itibarlının şikâyetine karşı hassas, ünsüz ve itibarsızın mağduriyetine karşı lakayt veya iktidar gölgesinde yer alan bir yargı mercii olduğu kanaati toplumda oluşunca, HSYK üyelerinin bu kanaatin kaynağını kendi pratiklerinden başka bir yerde aramamaları gerekir.
Özel yetkili ceza mahkemelerinin kaldırılması kadar, Ceza Yasası’nın tutuklamayla ilgili hükümlerinin değişmesi, Türkiye’de demokrasinin bugün olmazsa olmaz gereklerinden biridir. Bu gerekleri yerine getirmeyen yüksek yargının ve siyasal iktidarın üzerinde demokrat sıfatı eğreti kalmaya mahkûmdur.