Bahman Gobadi büyük yönetmen. Eğer o 2000 yılında Sarhoş Atlar Zamanı adlı filmi çekmeseydi dün dağlarda öldürülen 35 kişinin nasıl bir hayat yaşadığını gözümüzde canlandıramayacaktık. Filmdeki olaylar yönetmenin İran sınırında doğduğu Bane Köyü’nde geçer. Filmin kahramanlarının tamamı gerçektir. Yani hepsi hayatlarını geçindirmek için İran, Irak-Türkiye sınırında kaçakçılık yaparlar. Film çekimi için bir süreliğine işlerine ara verip oyuncu olurlar, sonra da hayatlarına kaldıkları yerden devam ederler. Film, başrol oyuncusu küçük Ayaoup’un engelli ağabeyini tedavi ettirebilmek için dağlarda nasıl kaçakçılık yaptığı hikâyesi üzerine kuruludur. Katırların sırtında çetin kış şartlarında hemen her şeyin kaçakçılığının yapıldığını görürüz. Traktör tekerinden sigaraya kadar hayatımızda ne varsa katırlara ve atlara da onlar yüklenir. Film boyunca düşeriz katırların, atların ardına ve çetin kış şartlarında sınır boyunca mayınların, askerlerin arasında dağ tepe aşarız. Dağlarda hava o kadar soğuktur ki kaçakçılar atlarına, katırlarına donmamaları için viski içirir. Film Sarhoş Atlar Zamanı adını da zaten buradan alır. Kaçakçılara ise donmamaları için içirilecek viski bile yoktur. Atlar ölünce insanların üzerine semeri vururlar ve yükleri kendileri canla başla taşırlar. Kaçakçılar insanca yaşamak için hayvan gibi çalışırlar.
Yalnızca Türkiye’de değil İran’da, Irak’ta, yani sınır hattının hangi tarafında olursanız olun, hayat şartları çok zor. Fakirlik mevsimsiz bir iklim gibi çöreklenmiş bu dağların tepesine. Ekmeğini taştan çıkaranların dini, dili, ırkı, milliyeti fark etmiyor. Bir de buna terör eklenince trajedi bir tsunaminin geriye çekilen dalgası gibi büyüyor.
 

Katırların yükü insanların değeri
Dün F-16 bombaları ile 35 kişi o dağlarda öldürüldükten sonra Türk medyasında herkes durup ‘Sarhoş Atlar’a ne yüklendiğini öğrenmek için beklemeye başladı. Pek çokları için ölen atların yükü, ölen insanlar için yaşanacak duyguyu belirleyecekti. Ona göre üzülünecek ya da sevinilecekti. Eğer o atlara ve katırlara sigara, yiyecek veya traktör lastiği yüklenmişse milletçe üzülecek ve F-16’yı oraya yollayandan hesabını soracaktık. Yok eğer o katırlara ve atlara askeri teçhizat, silah yüklendiyse Genelkurmay’ın ‘başarılı bir operasyon’ açıklamasını okuyacak ve Türk ordusunun PKK karşısında kazandığı yeni zafere (muhtemelen) pek çokları sevinecek, bayram edecekti.
35 insanın öldüğü bu hava taarruzu sonrasında atlara sigara yüklendiyse katliam, silah yüklendiyse zafer sayılacaktı. Sonrasında yavaş yavaş konu aydınlanmaya başladı. Haber kanallarının ürkek, Genelkurmay açıklamalarının her zamanki gibi kendinden emin, BDP’li milletvekillerinin keskin ve kızgın tepkilerini okurken işte benim aklıma böylesine ufak detaylar takıldı. Biliyorum, şiddetin gözü kör ettiği coğrafyada bu sözler bile birilerine çok geliyor. Ancak aynı sınırlar içinde yaşadığımız insanlarla zaferi ve yenilgiyi aynı anda yaşamaya daha ne kadar tahammül edeceğiz, inanın insan merak ediyor.
Dün o 35 kişiyi vurmaya giden F-16’nın camından dışarı bakan kaptan pilotun aklında acaba haritalarda çizilen sınır çizgilerinin ne kadar da anlamsız olduğu geçiyor mudur? Doğru ya, öyle bir yükseklikten dünyaya bakarken önünde askerlerin nöbet tuttuğu, mayınların döşendiği, devletlerin kutsandığı bir harita değil, uçsuz bucaksızmış gibi gözüken dağlar, ovalar gözüküyor.
‘2012 yılbaşına girerken bu insanların o dağlarda katırlarla ne işi vardı’ sorusunu doğru yerden durup soramıyoruz. Bir sorsak, bir sorabilsek, belki doğru cevabı da bulabileceğiz.
İster silah olsun ister sigara, sormamız gereken doğru soru, bu insanların bu karda kışta dağda ne işi vardı? Mesele politik mi? O zaman neden politikacılar bu 35 kişiyi dağa çıkartan konuyu çözmemekte inat ediyor? F-16 ile bombalayarak hangi politik meselenin çözüldüğü görülmüş? Yok politik değil, geçim derdi, yani ekonomik mi? Peki, o zaman bu insanların o dağlarda ticaret yapmasına gerek kalmayacak yatırımı, teşviki, yani ekonomiyi neden ayağa kaldırmıyoruz? 35 insanı öldüren o F-16’nın o geceki yakıt parasını bile bu insanlar hayatları boyunca bir arada görememiştir. Göremez. O savaş uçağını kaldırıp, bombalar yükleyip dağlardaki 35 insanı vurmak için paramız var ama o parayı o 35 insana ulaştıracak aklımız yok. Ya da şöyle söyleyelim; Amerika Birleşik Devletleri’nden ‘İnsansız Hava Aracı’ getirip 35 insanın yerini tespit edebiliyoruz. Uçaklara bombaları yükleyip tepelerine tam isabet atabiliyoruz ama o uçaklara vicdan yükleyemiyoruz.

İnsan ölür, kalır semeri!

Bahman Gobadi atlara viski içirip sarhoş eden bir film çekmişti oysa biz hep yanlış soruların peşinde koşmaktan içmeden sarhoş geziyoruz. Öldüren de ölen de bizden. Bu dağların, bu ovaların çocukları. Gelin görün ki katıra ne yüklendiğine göre bu ölümlere kimileri ağlayacak, kimileri alkışlayacak. Dün dağda öldürülen o insanların sırtına vurdumduymaz politikaların semeri vurulmuş, ne gam!
Nasıldı o politikacıların pek sevdiği ve söylerken zaman zaman dillerinin dolandığı meşhur söz; “İnsan ölür, kalır eseri; eşek ölür, kalır semeri” miydi?
Alın işte, bu sefer eşekler, katırlar öldü, kaldı eseri; insanlar öldü, kaldı semeri.