Paul Auster’ın Türkiye’de iç politikada polemik dünyasına karıştırılmasını itiraf edeyim çok eğlenceli buluyorum. Nicedir Kemal Kılıçdaroğlu ve Tayyip Erdoğan arasındaki ‘salı sallanır’ atışmalarından gına geldiği bir ortamda Paul Auster gibi severek takip ettiğimiz bir yazarın polemik dünyasının içine girmesi şu sıkıcı hayatımıza renk kattı. Hele hele bugüne kadar nerede ise muhalif olan bütün yazarlara uygulanan aynı kalıptan çıkma (ve en son Ece Temelkuran’ın itibarsızlaştırma çalışmalarında da gördüğümüz gibi) hayli klişe itibarsızlaştırma operasyonlarının Paul Auster’a uygulanıyor olduğunu görmek insanda müstehzi bir gülümseme yaratıyor. Bildiğiniz gibi Başbakan Erdoğan ile polemiğe başladığından bu yana Paul Auster’ın ne eserlerinin değersiz olduğu kaldı ne de zavallı adamın Ergenekoncu ilan edilmediği. Esprisini yaptığımız hemen her şeyin gerçek olarak karşımıza çıktığı post-modern zamanlarda yaşıyoruz. Yakında Auster hakkında hızla bir itibarsızlaştırma kitabı yazılırsa inanın ona da şaşırmayacağım.
Tabii bu, madalyonun bir yönü. Burada hâlâ gülüyor, eğleniyoruz. Gelin görün ki madalyonun diğer yüzü yani Paul Auster’ın kendini savunmak için söylediği sözlerin bir kısmı da yenilir yutulur cinsten değil. Bu polemik savaşındaki ‘ince kırmızı hattın’ doğru yere çizilip çizilmediği konusunda fena halde kuşkularım var. Mesela Paul Auster’ın İsrail gibi Gazze’yi neredeyse bir açık hava hapishanesine çevirmiş bir ülkeyi ‘özgürlükler ülkesi’ ilan edebilmesini ben de ağzım açık izliyorum. Auster’ın kendini savunurken İsrail’de gazetecilerin özgür olduğu tezine sığınması gerçek bir acizlik. Auster’ın İsrail’de yaşananları öğrenmesi için çok uzağa gitmesine gerek yok. Yaşadığı New York’ta Brooklyn Köprüsü’nden karşıya geçip Birleşmiş Milletler binasına uğrarsa ‘Goldstone Raporu’na ulaşabilir. Bu raporda İsrail’in Gazze’de sivil insanlara yönelik uyguladığı şiddetin resmi dökümünü gün gün bulabilir. Eğer buna üşenirse kendisine internetten kısa bir aramada bulabileceği Londra kaynaklı Uluslararası Af Örgütü’nün yıllık hazırladığı İnsan Hakları İhlalleri Raporu’nu tavsiye ederim. Bu rapordan kimi verileri geçen aylarda İsrail Büyükelçisi’ne bahsettiğimde canlı yayında darmadağın olmuştu. Burada Gazze ablukası denilen insanlık dışı kıstırmacada İsrail’in nasıl bir devlet politikası çizerek insanların özgürlüklerinin üzerine çöktüğünü de çok net görebilir.
Biliyorum bu tartışmada Paul Auster’ı İsrail sularına polemiklerin ustası Başbakan Erdoğan çekti ancak sırf bu yüzden İsrail’i örnek demokratik bir ülke olarak lanse etmek Paul Auster gibi sevdiğimiz bir yazara yakışmadı. 

Paul Auster’ın sevgili ABD’si
Eğer özgürlükler üzerinden gideceksek illa Ortadoğu’ya gelmemize de gerek yok. Amerika Birleşik Devletleri’nin, Küba’daki Guantanamo üssünde insanlık dışı hapishaneyi de kendisine hatırlatmakta fayda var. Dünyadaki hukuk düzenine açılan bir tünel ile by-pass edildiği bu hapishanedeki hukuk ihlalleri öylesine açık ve net ki ABD, ağzı ile kuş tutsa dünyada hiç kimseyi demokratik bir ülke olduğuna inandıramaz. Guantanamo öyle bir hapishane ki Başkan Obama bile seçilmeden önce kapatacağını söz verdi ama hâlâ kapatamadı. Düşünün ABD’de derin birileri Başkan Obama’nın rezil kepaze olması pahasına bu cezaevini kapattırmıyor. Belki Guantanamo’daki insanlar gazeteci değil ama bu o insanların sadece ‘insan’ olarak bile bir hakları olabileceği gerçeğini değiştirmiyor.
Paul Auster madem özgürlük olmadığı için Türkiye’ye gelmeyeceği tezi ile bu polemikte tutunmaya çabalıyor o zaman İsrail’den de ABD’den de pek medet ummamalı. Her iki ülkenin sabıkası da özgürlükler adına yaptıkları da Türkiye’de yaşanan ihlallerden hiç geri kalmaz. Hatta fark atar.
Gelmek istediğim yer Paul Auster’ın politik doğruculuk sınırını çizdiği ince kırmızı hat! Bu hattı eğer Türkiye’de gazetecilerin cezaevinde olduğu gerçeği üzerinden çizerseniz doğru bir yerde duruyorsunuz demektir. Yok hayır bu ince kırmızı hattı Türkiye ile diğer ülkelerdeki özgürlükleri kıyaslama üzerinden çizerseniz o zaman polemikte baştan kaybettiniz demektir.
Paul Auster doğru bir şeyi yanlış söylüyor. Başbakan Erdoğan ise yanlış bir şeyi doğru savunuyor. Hadi şimdi çıkın çıkabilirseniz bu polemiğin içinden!



Ünlüler boşanırken
Yeni bir boşanma haberi magazin basınına bomba gibi düştü! Hangisinin olduğunun önemi yok, yine ünlü bir çiftin boşanması ile karşı karşıyayız. Peki neden bu kadar sık ve bu kadar çok boşanma haberlerini okumaya başladık. Bir süredir bunu düşünüyorum. Geçen gün Berna Tokar canlı yayında “Bizim zamanımızda kavga ettiğimiz zaman babamızın evine giderdik, eşimiz de bir süre sonra gelir alırdı. Artık buna zaman kalmıyor” demişti. Belki eski dönem âdetleri evlilikleri daha uzun tutabiliyordu. Şimdi ise sadece ünlüler değil, sıradan insanlar da sık sık boşanmaya başladı. Üstelik yalnızca Türkiye’de değil dünyada da boşanma sayıları artıyor. Bu haberlere bakınca belki de evlilik kurumunu ve evlilik akdini yeniden inşa etmemiz gerekebilir diye düşünüyorum. Nasıl mı? İsterseniz onu hep beraber tartışmaya başlayalım, ne dersiniz?