Pandemi ekonomisi, milyonlarca çalışan için büyük bir belirsizlik yarattı. 2020'de Covid-19 Pandemisi, 255 milyon tam zamanlı iş ve 3,7 trilyon dolarlık gelire eşdeğer kayıpları tetikleyerek 1929’da başlayan Büyük Buhran'dan bu yana yaşanan en şiddetli istihdam krizine sebep oldu.[1] Öyle ki 2020'deki işsizlik oranları, 2008’de başlayan küresel mali krizden yaklaşık dört kat daha fazla. Üstelik Pandemi’nin seyrindeki belirsizlik sürdükçe büyük olasılıkla işsizlik giderek daha büyük bir toplumsal sorun haline gelecek.

Pandemi sırasında en büyük iş kayıpları, turizm, perakende ve inşaat gibi sektörlerde yaşanırken, teknoloji ve finans gibi sektörlerde istihdam artışı görüldü. Teknoloji ile birlikte, özellikle otomasyona uygun bazı iş kolları giderek yok olurken, yeni teknolojilere dayanan yeni iş kolları gelişiyor. 1980'den bu yana otomasyonun özellikle sanayi ve ticaretteki rutin işlerde yer alan ara-elemanları olumsuz etkilediği görülüyordu. Pandeminin bu süreci hızlandırdığını söylemek de mümkün. Sekiz büyük ekonomiyle ilgili yakın tarihli bir araştırma, 100 milyondan fazla işçinin (yaklaşık 16 işçiden birinin), 2030 yılına kadar farklı bir meslek bulması gerektiğini gösteriyor. Bu oran pandemi öncesinde tahmin edilenden %25 daha fazla.[2]

Şirketler ekonomik gerileme dönemlerinde daha fazla otomasyon kullanmaya meyilli olduklarından, COVID-19 durgunluğunun işgücü piyasalarındaki bu yönelimi hızlandırması bekleniyor. Temmuz 2020'de, yöneticilerin üçte ikisi otomasyona ve yapay zekaya yapılan yatırımı önemli ölçüde arttırdıklarını söyledi.[3] Otomasyona yönelik bu eğilimin doğal sonucu eğitim düzeyi düşük çalışanlar için daha az iş olanağı ve sosyal mobilitedir. ABD'de 1940 doğumlu çocukların %90'ı ebeveynlerinden daha fazla para kazandı. 1980'den beri sadece %50'si ebeveynlerinden daha fazla kazanıyor.[4] Gelişmiş ülkelerdeki bu durumun, gelişmekte olan ülkelerdeki istihdam alanında daha ağır bir tablo ortaya çıkarması kuvvetle muhtemel. Özellikle daha az eğitimli çalışanlar için ortalama işsizlik oranının belirgin bir şekilde artması bekleniyor. Pandemi ve otomasyonun istihdam üzerindeki baskısı kadınları daha fazla etkiliyor. Küresel olarak, kadınlar için toplam istihdam kaybı 2020'de %5 iken erkekler için %3,9'du.[5] Bu cinsiyet farkını gidermek için herhangi bir önlem alınmazsa, kadın işsizliğinin küresel ekonomiye maliyetinin 2030'da 1 Trilyon Dolar olacağı hesaplanıyor.[6]

Peki otomasyona bağlı olarak süregelen, Covid-19 Pandemisi ile hız kazanan bu istihdam sorununun üstesinden nasıl gelinebilir? İhtiyaç duyulan çalışan profili ile mevcut işgücü arasındaki uçurum nasıl kapatılabilir? Kamu kurumları, sivil toplum ve şirketler bu konuda neler yapabilir?

Elbette eğitimle. Ancak eğitim dediğimizde akla sadece ilkokuldan üniversiteye uzanan örgün eğitim sistemi gelmemeli. Devletlerin mevcut eğitim müfredatlarını ve yöntemlerini çağın gerektirdiği beceri ve yetenekler doğrultusunda düzenlemeleri; hatta radikal kararlar ile eğitimde yapısal reformlar gerçekleştirmeleri; endüstri çağının gerekliliklerine yönelik olan mevcut eğitim sistemini, dijital çağın gerekliliklerine uygun olarak yeniden tasarlamaları artık bir ihtiyaçtan öte zorunluluk. Hatta henüz bu yönde adım atmayan ülkelerin geç kaldığını söylemek de abartılı olmaz. Çünkü eğitim sistemindeki reformların işgücü piyasasındaki etkileri 10 ila 20 sene sonra görülebilir. Bununla birlikte mevcut istihdam krizi ile başa çıkmak için daha hızlı sonuç verecek adımlar da atılabilir. Yaşam boyu öğrenme yaklaşımıyla mevcut çalışanları ve yeni mezunları dijital çağa uygun yeteneklerle donatmak; bugünün ihtiyacına uygun bilgi ve becerilerle güçlendirmek mümkün. Özellikle dijital öğrenme modülleri ile yaşam boyu öğrenmeyi uygun maliyetlerle yaygınlaştırmak ve gerçekten ihtiyacı olan bireylere ulaştırmak istihdam krizine karşı verilebilecek en hızlı ve verimli tepki olabilir.

Pandemi sürecinde öğrencilerin dijital araçlar üzerinden eğitimlerini sürdürmeleri bize birçok şey gösterdi. COVID-19 pandemisinin karantina uygulamalarının yaygın olduğu ilk döneminde, 160'tan fazla ülkede en az 1,5 milyar, Türkiye’de ise 20 milyondan fazla öğrenci için okullar kapandı ve eğitim internet üzerinden devam etti.[7] Bu dönemde, öğrencilerin internete erişiminin ne kadar sınırlı, dijital uçurumun ne kadar derin olduğunu fark ettik. 2019'da yapılan bir araştırmaya göre, gelişmiş ülkelerde internet penetrasyon oranı ortalama %87'dir, bu oran gelişmekte olan ülkelerde %47 ve az gelişmiş ülkelerde %19'dur. Türkiye’de de internet penetrasyon oranı TÜIK verilerine göre %90’ın üstündedir.[8] Ancak TÜIK’in verdiği bu oran yanıltıcı olabilir. Çünkü internete erişebilen öğrencilerin büyük bir kısmı, bağlantı ücretleri, sınırlı veri kapasitesi ve hız dolayısıyla eğitimlerine devam etmekte zorlandılar, Türkiye’de internet bağlantı ücretleri gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında, kişi başına düşen ortalama gelir baz alındığında oldukça yüksek. Bu sebeple özellikle dar ve sabit gelirli hanelerde öğrencilerin birçoğu internete erişim sağlasalar bile dijital eğitimlere katılmakta büyük zorluk yaşadı. Hatta öğrencilerin büyük çoğunluğunun çevrimiçi dersleri takip etmeyi yarıda bıraktıkları gözlemlendi. Yeni bilgi ve becerilere en çok ihtiyaç duyulduğu bir zamanda internete eşit olmayan erişim; öğrenmeye ve beceri geliştirmeye yani eğitime eşit olmayan erişime dönüştü. Bu çerçevede önümüzde çözüm bekleyen temel konu, internet penetrasyonu ve internet bağlantı hızını artırırken, internet bağlantı hizmetlerini herkes için ucuzlatmak olmalı.

Bununla birlikte hayata geçirilmesi gereken eğitim reformu yani örgün eğitim müfredatının yeni iş olanaklarına uygun olarak düzenlenmesi, orta ve uzun vadeli bir sosyal etki üretecektir. Kısa vadede ise mevcut çalışanların becerilerinin arttırılması planlanmalıdır. Bu da yaşam boyu öğrenme anlayışının topluma kabul ettirilmesi ve yetkinlik temelli eğitim modüllerinin internet üzerinden ücretsiz ya da düşük ücretlerle sunulması ile mümkün olacaktır. Elbette yüz yüze ve hibrit eğitim programları ile de mevcut çalışanların becerileri geliştirilebilir ya da yeni beceriler edinmelerine olanak tanınabilir. Bununla birlikte yetkinlik temelli yapılandırılmış dijital eğitimler yaygınlaştırılarak daha hızlı sonuç almak mümkün olacaktır.

Yetkinlik temelli dijital eğitimler, uygulamaya dönük mesleki becerileri ve yeterlilikleri geliştirmek için dünyada halen yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Bu yaklaşım, kolay tanımlanabilir beceriler gerektiren işlerde istihdam edilmek isteyen yetişkinler gibi belli hedef kitlelere uygun bir yaklaşımdır. Öğrenenlerin ve çalıştığı kurumun ya da sektörün acil ihtiyaçlarına odaklanır. İş yerinde ve aile hayatında yükümlülükleri olan öğrenenlere, kendi hızlarında çalışma olanağı sağlar. Bu şekilde, öğrenenlerin yeterlilik kazanma süreci hızlanır.

Özellikle, günümüzde ve gelecekte en çok ihtiyaç duyulan, makine öğrenimi, veri yönetimi, finansal teknoloji, dijital pazarlama, kullanıcı deneyimi tasarımı, yeni iş modelleri vb. alanlarda ve yaygın kullanılan iş yazılımları hakkında yapılandırılacak dijital eğitim programları, kısa sürede pandemi ve otomasyondan etkilenen binlerce çalışanın yeniden vasıflandırılmasını mümkün kılabilir. Örneğin, Dünya Ekonomik Forumu bu yöntemle 2030 yılına kadar kamu-özel sektör işbirliği ile 1 milyar insana daha iyi eğitim, beceri ve iş sağlamayı hedefliyor. Bu hedefi gerçekleştirmek için, dijital eğitimleri ön plana çıkarıyor. Çünkü yetkinlik temelli dijital eğitimler, sadece çalışanların geçim kaynaklarını iyileştirme potansiyeline sahip değil, aynı zamanda sürdürülebilir bir geleceğe geçiş için yerel ekonomileri iyileştirmede de önemli rol oynuyor.

Beceriler aracılığıyla ekonomik büyümeyi teşvik etmek için 'her ülkeye uygun tek bir model' elbette mümkün değil. Dijital eğitimler, mevcut internet altyapısı ve internete erişim ile yaygınlaştırılabilirler. Ayrıca, mevcut dijital okuryazarlık oranı, toplumun yaşam boyu öğrenmeye bakışı ve kamu-özel sektör işbirliği bu süreçte belirleyici rol oynayacaktır. Dolayısıyla, politika yapıcıların, sürdürülebilir istihdamı ve ekonomik büyümeyi yönlendiren becerilere yaklaşımı, dijital eğitimleri çalışanların hayatında önemli bir yere konumlayacak farkındalık çalışmaları, herşeyden önce planlama ve kararlılıkla planların uygulanması yeni becerilerin yaygınlaştırılması için önemli olacaktır.

_________________

[1] ILO Monitor: COVID-19 and the world of work. Seventh edition. International Labor Organization. January 2021.

[2] The Future of Work After COVID-19. McKinsey Global Institute. February 2021. Note: The eight countries featured in this study are France, Germany, Japan, Spain, United Kingdom, United States, China, and India

[3] The Future of Work After COVID-19.

[4] The Fading American Dream: Trends in Absolute Income Mobility Since 1940. National Bureau of Economic Research. March 2017.

[5] ILO Monitor: COVID-19 and the world of work. Seventh edition.

[6] COVID-19 and Gender Equality: Countering the Regressive Efects. McKinsey Global Institute. July 2020

[7] 2020 Year in Review: The Impact of COVID-19 in 12 Charts. The World Bank Group. December 2020.

[8]  TÜİK Hanehalkı Bilişim Teknolojileri (BT) Kullanım Araştırması, 2020