Çok uzun zaman Türk dizilerini hakkında eleştiri yazıları yazdım. Zamanla kendimi tekrara düştüğüm hissine kapılıp yazmaktan sıkıldım. Çünkü hepsinde hiç değişmeyen, beni rahatsız eden durumlar vardı. Sürekli onları görüp tekrarlamak manasız geldi. Seyretmekten de vazgeçtim. Eskiden senaristlerin ben dizi seyretmiyorum deyip dizi senaryosu yazmaları beni şaşırtırdı.

O zaman acemi bir senaristtim. İşlerini fark etmeden küçümsediklerini düşünürdüm. Şimdi ben de aynı durumdayım. Seyretmeye tahammül edemiyorum.

İki dizim var. Onun dışında televizyon akşamları bana boş sıkıcı bir kutu gibi geliyor.

Şimdi yeni bir dizi başladı. Adı Sevgili Geçmiş. Ekranda bazen görüntüleriyle karşılaştım. Bir his oturup seyretmem gerektiğini söyledi.

Sevgili Geçmiş’te dört çocuk var. Aileleri tespih tanesi gibi dağılmış. Her çocuk birbirini tanımadan farklı hayatlar yaşamış. Bir araya gelmelerinin hikayesi konu ediliyor.

Burada bana diziyi sevdiren, en azından bugüne kadar eleştirdiğim bir konuya parmak basılması bana umut verdi. O yüzden dizi hakkında yazmaya karar verdim.

Dört kız kardeşten bir tanesi kendisinden 25 yaş büyük bir adamla evlenme arifesinde.

Adam çok kıskanç, havadan nem kapıp kadına fiziksel şiddet uyguluyor.

Kadının kolları, mengeneye sıkıştırılmış gibi adamın parmak izleriyle dolu.

Kız kardeşleri onu ilişkisi konusunda uyarıp, dikkatli olmasını söylüyorlar.

Şiddet gören kardeş, aramızda 25 yaş var, o yüzden beni kıskanıyor diye adamın şiddetini yumuşatmaya çalışıyor.

Kardeşlerden biri bu söyleme itiraz edip, hep de böyle söylerler diyor.

Bir başka sahnede genç bir adam anneni baban öldürmüş. Çok enteresan bir durum, diyor genç kıza.

Genç kadın sinirlenip, “Sen nasıl hasta bir adamsın. Bu ülkede kaç kadın ölüyor biliyor musun?” diye tepki veriyor. “Sen bunu enteresan mı buluyorsun?” diye soruyor öfkeyle genç adama.

Bizim dizilerimizde gündemde şiddete maruz kalan kadınlar var denir ve bir sürü kadın dizisi çekilir.

Her hikayenin kahramanı toplumun sıfırladığı, ezdiği kadındır.

Seyircinin kulağına kar suyu kaçıran, kötülüklerini köpürten, şiddeti, değer vermemeyi normalleştiren kavramlarla doludur ama hiç alternatif iyileştirici bir unsur içermez.

Senaristin ya da herhangi bir dizinin insana ders vermek gibi bir misyonu yoktur. Ama seyirci kendine ders çıkarmak ister, bunu farkında olmadan yapar. Yeme alışkanlığını değiştirir. Kıyafetini değiştirir. İlişkisine katar.

O yüzden birikimlerimizi paylaşırken kişisel olarak bunu gözetmek zorundayız.

Her insanın görevi bilgisini paylaşmaktır. Herkesin yolu farklıdır. Hayatımız devam ettiği sürece de bu bilgi işler.

Ayrıca televizyonda bir aile dizisi, savaşla ilgili diziler, tarihi diziler toplumun zihnine ayar çekmek için siparişle çekilir bu ülkede.

Kadına şiddet konusuna geri dönecek olursak, kimliğimizi, kişiliğimizi koruma güdüsü bizim kendimize bahaneler yaratmamıza sebep olur.

İşte Sevgili Geçmiş dizisindeki şiddet gören kadının yaş farkından dolayı kıskanç kocayı kayırma arzusunun altında yatan böyle bir duygudur.

Kendini böyle korumaya alır kadın.

Star televizyonunda gündüzleri yayınlanan Gerçeğin Peşinde programında bir kadın var. Kocası beş çocuğu ile onu bırakıp başka bir kadınla yaşamaya başlamış.

İki sene boyunca arayıp sormamış ailesini. Büyük kız eczacı olmak istiyormuş.

Parasızlık yüzünden okuyamamış. Evde kardeşlerine bakmak zorunda kalmış.

Anne çalışıp evin geçimini sağlıyor.

Kadın şimdi programa çıkmış kocasını arıyor. Kocası eve dönsün istiyor. Çocuklarının başında durmasını istiyor.

Oysa kocası evli bir kadınla kaçmış. Kadının ilk kocasından olan çocuğuna bakıyor onunla bir hayat kurmuş.

Özgürlük sorumluluk demektir demişti Kaan Ökten katıldığım bir söyleşisinde.

Başkasının sınırlarının başladığı yerde benim sınırlarımın bitmesi kavramının özgürlük olmadığını hatırlatmıştı. Bu bilginin yanlış bir öğreti olduğunu söylemişti.

Eşitsizliği körükleyen zihinlerin bir dayatması olduğunu düşünüyorum artık ben de.

Çünkü 100 km alana sahip bir özgürlüğün sınırı 1 km alana sahip özgürlükle keşişse ne olur ki!

Bu kadının kocasını arama ve eve dönmesini isteme sebebi çocukları. Çocuklarım için istiyorum kocamı diyor. Aslında kendisine uygulanan duygusal şiddeti böyle yumuşatıyor.

Kendisi de kocasına şiddet uyguluyor aslında. Başka kadının yanında mutlu olan adama sorumluluklarını hatırlatmak başka bir şey ama gel yanımızda dur demek hayatını işgal etmek.

Başka duygusal şiddet de Müge Anlı’nın programında vardı geçen hafta.

Bir adam komşusunun karısıyla fazla muhabbet etmeye başlamış. Onunla dertleştiklerini söyleyerek savunmuş kendini, bu samimiyeti, telefon mesajlarını dertleşmek olarak açıklamış. Ancak adamın karısı ve kızı tepki vermişler bu ilişkiye. Adam da kendini asmış. Ya da aldattığını iddia ettikleri kadının ailesi zarar verdi adama. Ve bu cinayete intihar süsü verdi. Henüz olay sonuçlanmış değil. Otopsi sonuçları bekleniyor.

Burada da yüksek bir ego var. Krizin sakin bir şekilde çözülmemesi durumu.

Bazen ayrılıklarda da böyle intiharlar olabiliyor. Çiftler birbirine o kadar çok yükleniyor ki bir tarafın psikolojisi zayıf düşüp hayattan vazgeçiyor.

Kendimizle dolu olup hayatın içinde tek başına ilerlemeyi öğrenmemiz gerek.

Farkındalığımızı arttırıp özgürlüğümüzü layıkıyla yaşamayı bilmemiz gerek.

Ben insanların başlarına gelen olayları çözümleme ve yorumlama şekillerine bakıp kafalarının işleme şeklini hesap etmeye çalışıyorum her zaman.

Bu işleyişi geliştirmenin arayışını yaşıyorum.

Bir durumun teşhisini yapmak iyileşmenin yarı yolu, o yüzden daima zihnimin açık ve duru olması gerek.

Kendimize olan sorumluluğumuz algımızın düzgün işlemesi için çaba sarf etmek olmalı diye düşünüyorum.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.