Ya da tarih geriye sarar mı? Merak ediyorum tarihte hiçbir lider elektriği kapatmayı, telefonu veya televizyonu kaldırmayı istemiş midir? İstese bile buna gücü yeter miydi? Böyle bir karar bir lider ve bir siyasi akım için akışa karşı kürek çekmeye benzemez mi? Akışa karşı kürek çeken siyasetçilerin geleceği nasıl olur? Yoksa başarılı liderler, ilerlemenin rüzgarını arkasına alan, geleceğin dalgalar üzerinde sörf yapan, tarihin akışının hızından güç alan politikacılar mıdır?

Bunlar bir yazıya giriş için yazılmış retorik sorular olarak görülebilir. Ancak öyle bir tarihsel dönemden geçiyoruzki ilerleme ve daha iyi bir gelecek fikri kesif bir nostalji duygusuyla bulanıklaşmış durumda. İçinde yaşadığımız kriz dönemi, Gramsci'nin ifadesiyle eskinin yıkıldığı ancak yeninin henüz kurulamadığı bu kriz dönemi, insanların geleceğe yönelik umutlarını yok ederek geçmişten medet ummaya itiyor. Neoliberalizm ve baş döndüren teknolojik değişimin getirdiği istihdama yönelik tehditler, yeni kuşakların ebeveynlerinin sahip olduğu sosyo-ekonomik güvencelerden mahrum olması, genel refahın artmasına karşın gelir eşitsizliğindeki uçurumun büyümesi nostaljik restorasyon olarak tanımlanabilecek bir duygu politikasının yayılmasına olanak tanıdı.

ABD nüfusunun yüzde 51'i 1950'lerden beri Amerikan yaşam ve kültür tarzının daha da kötüye gittiğini hissediyor. Benzer şekilde, İngiliz nüfusunun yüzde 43'ü, Kraliçe II. Elizabeth'in 60 yıl önce tahta çıkışından bu yana İngiltere’de koşulların daha da kötüleştiğini düşünüyor. Rusya'da, merkezi olarak planlanan ekonominin sabit istihdam, yeterli ücret ve geniş sosyal hizmetlere erişim sağladığı eski SSCB günlerinin özlemini duymak oldukça yaygın. Geçmişteki görkemli günlere duyulan özlem olarak nostalji, ABD'de Donald Trump'tan Türkiye'de Recep Tayyip Erdoğan'a, Rusya'da Vladimir Putin'e, Birleşik Krallık'ta Boris Johnson’a kadar olan popülist liderler tarafından korku, öfke ve kızgınlıkla besleniyor. Trump’ın ABD Başkanlık Seçimlerindeki sloganı, “Amerika'yı Tekrar Harika Hale Getirmek” idi; Erdoğan söylemlerinde sık sık Osmanlı’nın emperyal dönemlerine atıfta bulunuyor. Benzer şekilde Japonya Başbakanı Shinzo Abe, Japonya İmparatorluğu'nun temellerini atan 19. yüzyıl Meiji Restorasyonu'nu siyasetinin merkezine oturtuyor. Macaristan Başbakanı Viktor Orban I. Dünya Savaşı'ndan sonra Macaristan Krallığı'nın toprak kayıplarından hala pişmanlık duyuyor ve Putin, SSCB'nin çöküşünü 20. yüzyılın “en büyük jeopolitik felaketi” olarak nitelendiriyor.

Elbette bu nostaljik milliyetçi söylemlerin vatandaşlardan karşılık bulmasının, toplumsal koşullar dışında insan psikolojisiyle doğrudan bir ilişkisi var. Nasıl ki yaş ilerledikçe insanlar gençliklerini ya da geçmişteki hayatlarının bir dönemini daha iyi hatırlama eğiliminde olabiliyorsa toplumlar da öyle. Geçmiş, sıkıntılardan arındırılmış bir şekilde sadece şaşalı başarılarla, güzel günlerle hatırlanabiliyor. Politikacılar ve organik aydınlar tarafından bir altın çağ olarak tasarlanıp, topluma sunulabiliyor ve çağın enformasyon bombardımanı içinde bellek yitiminden muzdarip halk yığınları tarafından desteklenebiliyor. Öte yandan içinde yaşadığımız belirsizlik ve kriz dönemiyle başa çıkmak için de nostaljik bir geri-dönüş işlevsel olabiliyor. İdealize edilmiş bir geçmiş, çoğu insan için içinde bulundukları derin belirsizliklerden korunmak için güvenli bir liman işlevi görerek özgüvenlerini güçlendiriyor.

Bütün bu kaybedilenin yeniden inşasını öneren nostaljik restorasyonun sosyal medya ile ilişkisini görmek için, iletişim teknolojilerindeki devrimsel değişimi anlamak gerekiyor. Bu devrim, internet öncesi dönemdeki iletişim paradigmasının, yani kitle iletişimi ile kişiler arası iletişim olarak tanımlanabilecek telekomünikasyon arasındaki temel ayrımın yok olması; kitle iletişimin eşik bekçilerinin denetiminden kurtularak gerçek anlamda kitleselleşmesinden kaynaklanıyor. Artık herkesin sözünü herkese söyleyebildiği bir iletişim dönemindeyiz. Bu durum açıkça nostaljik restorasyonu savunan egemenlerin kurgulamaya çalıştığı kusursuz geçmiş mitine zarar veriyor. Bu sebeple nostaljiden beslenen güç blokları dijital iletişimi kısıtlamanın ve kontrol altında tutmanın yollarını arıyor. Sosyal medya üzerinden dönen tartışmaya bu açıdan da bakmakta fayda var. Nostaljiden beslenen siyasi akımların internet üzerinden bir ‘resmi tarih yazımı’ çabası içinde olmasının yarattığı bir gerilim var. Söylem savaşının yeni mecrasında egemenlerin kullandıkları retoriğe zarar veren düşüncelerin yayılmasını engelleme çabası bu gerilimi tırmandırıyor ve sosyal medya ile ilgili yapılması gereken düzenlemeler, pornografi ve kişisel hakaretlerle ilgili tartışmalar düzeyini aşamıyor.

Mevcut güç bloğu, sosyal medya iletişimini denetleyerek ve kısıtlayarak, geçmişe yönelik olarak bazı içerikleri internetten kaldırarak ve kendi taraftarlarınca oluşturulmuş içeriklerin baskın olmasını sağlayarak bir çevrimiçi resmi tarih yazımının mümkün olabileceğini düşünüyor olabilir. Ancak mevcut teknolojilerin gayri-merkezi mimarisi, artık bazı yolların yürünmüş olması böylesi bir vizyonu başarısızlığa mahkum kılacaktır. Sosyal medya kapanmayacak. Ne devletlerin ne şirketlerin böyle bir gücü var. Kısıtlamalar kullanıcıları başka mecralara, yeni yollara yöneltecek, Çoğulcu çevrimiçi yapıların kurulması zorlaşacak ancak bu geçmişin yeniden inşasını öneren nostaljik restorasyon paradigmasını başarıya ulaştırmayacak. Çünkü her ülkede siyasal ve ekonomik ilerleme sürecinde geri çekilişler olsa da tarih geriye akmıyor. Aynı ırmakta iki kez yıkanılmıyor. İnternet cinini şişeye tekrar sokmak artık mümkün görünmüyor.