Aslında bu yazımda AKP içinde yaşanan iktidar mücadelesinden ve artık iyiden iyiye su yüzüne çıkan kavgalardan bahsedecektim ama son 4 gündür sosyal medyada kayıp haberi dolaşan Pınar Gültekin’in katledildiği haberi nedeniyle daha sonra yazmayı planladığım bu yazıyı erkene almaya karar verdim. Öncelikle Pınar’a yapılan alçaklığın yarattığı acıyı; onu tanıyan, seven, yakınında olanlar kadar hiçbirimiz hissedemeyiz. Bu aşağılık katillerin yaşattıkları acılar, günün sonunda o acıyı en yakınında hissedenlerin kucağında kalır. Bu şekilde bir not düşmemin sebebi ise ezberden, acıyı asıl yaşayan insanları düşünmeden başta sosyal medyada yazılan detaylara olan tepkimdir. Daha da sinir bozucu olanları ise katillerin sosyal medya hesabını karıştırıp hangi partiye destek verdiği, hangi ünlüyü sevdiği ya da nereli olduğunu bulup katliamla bunları eşleştiren şuursuzlar. Bir de tepki verirken tam da bu şiddetin sebebi olan ne kadar eril söz ve bakış varsa bunları kullanan şuursuzlar var. Pınar Gültekin’in yakınları ve sevdiklerinin acısını en samimi şekilde paylaştığımı ve katilin de en ağır cezayı almasını beklediğimi büyük bir iç sıkıntısı ve üzüntüyle belirtip “kadına” değil “kadına yönelik” şiddet tanımına destekte ısrar etmemin neden elzem olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Toplumsal Cinsiyet ve Kadın

Önce bazı temel kavramları hatırlamakta yarar var. Toplumsal cinsiyet; cinsiyet kimliklerinin toplumda yeniden üretilerek rollere bürünmesidir. Erkeğin bıçkın, sert; kadının nahif, yumuşak, kırılgan olarak tanımlanması gibi. Ve bu toplumsal cinsiyet yani cinsiyet rolleri, tüm sosyal ilişkilerden nesneler ile dilin kullanımına kadar kendisini gösterir. Erkekler mavidir örneğin kadınlar pembe. Erkekler bacaklarını açarak oturur, kadınlar dizini kırar. Adam olmak, adam etmek vardır, karı gibi gülmek vardır mesela. Erkek çocuklarına oyuncak tabanca, kız çocuklarına ise bebekler hediye edilir. Toplumsal cinsiyetle beraber bir de Patriyarka da denilen ataerki kavramına bakalım. Eril düşünce, yaklaşım, bakış, yaşayış ise erkek egemen dünyayı anlatır. Bu anlayışta ise kurulu erkek egemen düzende erkek cinsiyeti bir kurgudur ve diğer tüm cinsiyetler üzerinde iktidar sahibidir. Doğanın en temel eylemlerinden olan eşeyli üremenin eş bölümünü kaldırır ve erin dişiye tahakkümü haline getirir. İnsanlık tarihi boyunca dinlerin, ideolojilerin ve toplum düzenlerinin sömürüsünün temelinde işte bu tahakküm yatar. Dolayısıyla meselenin özü, cinsiyetin toplumsallaşıp bir iktidar aracı haline gelmesidir.

Sadece Türkiye’de yaşanan son 2 yıldaki kadın cinayetlerinin nasıl ve neden olduğuna baktığımda tekil olarak nedenlerinin birbirinden farklı olduğunu görebiliriz. Ancak bu cinayetlerde öldürülenlerin kadın olması ortaklığı dışında bir ortaklığı daha var: Erkeğin kadına şiddet veya katliamı hak görmesi, bu eylemi meşrulaştırmasındaki rahatlık. Yolda hiç tanımadığı kadını öldürenden, boşanmak istemediği için öldürenine, sevgili olmayı reddettiği için öldürenden kendisini kopyadan yakaladığı için öldürenine sözüm ona “aile namusuna” halel getirdiği için öldürülme emri verilene kadar erkeklerin şiddete ve devamında katliama başvurma mesafesi çok kısa. Temel motivasyon; namus, şeref, ahlak, adamlık gibi sömürücü kavramlar, meşruiyet ise “erkek olmak”, “adam olmak.” Tüm bunları besleyen yapı ise eril toplumsal cinsiyetin, hayatın tüm hücrelerine işlemesi.

Neden Kadına Yönelik Şiddet?

Bir kadın, bir erkeğe tecavüz edebilir, onu taciz edebilir, ona şiddetin her türlüsünü gösterebilir. Aynı şekilde bir erkek de bunları bir başka erkeğe yapabilir. (Burada kullandığım kadın ve erkek kavramlarını, cinsiyet kimliklerini ikiliğe sıkıştırmak maksadıyla değil erkek iktidarını tanımlamak için bu şekilde kullanıyorum.) Ancak şiddeti, katliamı, toplumsal cinsiyetinden kaynaklı kendisinde hak görmek ya da bir tercih olarak kullanmakla kontrolden çıkıp birinin diğerine şiddet uygulaması ayrı şeylerdir. Şiddetin kendisine dönük eleştiri, esasen başka bir tartışma konusu. Eğer “kadına şiddet” söyleminde ısrar edilirse o zaman -şiddeti kabul ancak kadına olmasına hayır- gibi bir zemin oluşuyor. Oysa şiddetin kendisinin tanımı ve meşruiyeti zaten bir tartışma konusu. Diğer yandan özellikle erkeklerin “Kadına şiddete hayır” söyleminde toplumsal cinsiyetin yarattığı; erkeğin kadını koruyup kollaması yaklaşımı var. Yani erkeğe biyolojik, politik, ekonomik, sosyolojik mesnetlerle üstünlük/kudret atfedilmesi var. Oysa eril şiddet, yalnızca kadınlara değil LGBTİ+ bireylere, çocuklara ve ötesinde bir iktidar aracı olarak tüm düzlemlerdeki güçsüz, dezavantajlı kişi ve gruplara şiddetini, katliamını sürdürüyor.

Kadına yönelik şiddet, politiktir. “Erkek adam, kadına el kaldırmaz”, “Kadınlar çiçektir” “Yanında karın olmasaydı…” gibi sözlerin sahiplenicileri, bu şiddeti ortadan kaldırmadığı gibi tam tersine besliyor, palazlanmasını bazen ve belki de en tehlikelisi görünmez kılıyor. Evet, şiddet, taciz, tecavüz ve bunların her türlü biçimi, kadın ya da erkek cinsiyeti tanımları dışında kendini beyan eden bir başkasından da gelebilir. Ancak adli vaka ile politik yönelim, farklı şeyler. Bu nedenle yargılanması ve mahkum edilmesi gereken erkek egemen toplumsal cinsiyettir. Bir adım ötesinde eril toplumsal cinsiyet, erkeklerin de hayatını perişan etmekte ve kurgulanmış erkek kimliğine hapsederek ya yeni canavarlar ya da hayatı tükenmiş kişileri doğurmakta. Sonuç olarak; Toplumsal cinsiyet karşıtı olup eş yaşamı kurmayı hedefleyen ve nihayetinde cinsiyet kimliklerinin özgür ve tahakkümsüz bir arada yaşamasını amaçlayan hem Feminist hem de LGBTİQ+ mücadelesini anlamak için tekraren Kadına Yönelik Şiddet ifadesinin altını çiziyorum. Ve hayatın her alanına sinmiş bu fail zihniyetle mücadele, önce evimizdeki, sokağımızdaki, işimizdeki rutinlerimizden ve insanlarla iletişimimizde kurduğumuz dilimizden başlar. Yeniden Pınar Gültekin’in sevenlerinin acısını paylaşıyor ve bu katliamların artık yaşanmaması, bir kadının adının daha katledilmesi nedeniyle hashtag’le yazılmaması için herkesi gücü, bilgisi, konumu ve bilinci değerinde yazıda anlatmaya çalıştığım tahakkümcü zihniyetle mücadeleye çağırıyorum.