Önce bir belediye başkanı bir heykele baktı baktı, "İçine edeyim böyle sanatın" dedi.

O heykel kaldırıldı. Sonra daha önemli bir kişi bir anıtsal heykeli beğenmedi, "Yıkın" dedi, yıkıldı. Daha sonra Muhteşem Yüzyıl dizisindeki öpüşme sahnelerine tepki duyan birileri garip bir tartışma başlattılar: "O dönemde bu tarz bir öpüşme yoktu!"

Bir zamanlar 'zina' tartışması vardı. Önceleri uzatılan el havada kaldı; el sıkışılmadı. Sonra "göz zinası" dendi, kadınların görünmez olması istendi. Birileri işi o kadar ileri götürdü ki, "ses zinası" diye bir kavram(sa tabii!) icat ettiler. Kadın sesi onları zinaya teşvik ettiği için kısılmalı veya kesilmeliymiş.

Sınırsız erkek iştahının dizginlenmesi hiç düşünülmeden, kadının "aldatan" veya "baştan çıkaran" bir şeytan olarak kavramsallaştırılıp kamu alanının dışına sürülmesini teklif edenler oldu. Pekiyi kadın nereye ricat edecekti? Eve ve erkeğin himayesindeki kuytu alanlara. Allah'tan bir azınlık isteği olan bu pratik tam bir erkek egemenliği, eşitsizlik ve buyurganlık örneğiydi. Böyle bir toplumda ne gelişme olabilirdi ne de demokrasi. Bu yasakçılığın herhangi bir uyarlıkla ilintisi de yoktu. Eğer bu anlayışta olanlar çoğunlukta olsaydı vay halimize!

Üslup ve biçim
Neden anlatıyorum bunları? Son zamanlarda İstanbul Belediye Tiyatrosu'nun yönetim ve repertuvar belirleme konularında sanatçılara belediye çalışanlarının da eşlik etmesi girişimi bizi 'muhafazakâr sanat' olabilir mi sorusuyla karşı karşıya bıraktı. Tam bu sırada Hilmi Yavuz, Neşe Düzel'le Taraf gazetesinde 30-4-2012 tarihinde bir röportaj yaptı. Bütüyle mükemmeldi. Onun açıklamalarını (tırnak içinde) besleyerek bu konudaki görüşlerimi sizinle paylaşacağım.

Muhafazakâr sanat olur mu? İşe önce 'muhafazakârlık nedir' sorusuyla başlayalım. Muhafazakârlık, geleneklerin önceliğini benimseyip onlara uygun bir yaşam tarzını sürdürmek çabasıdır. Yani önce muhafaza edilecek değerlerin belirlenmesi konusunda bir mutabakat gerekir. Üzerlerine yaşam inşa edilecek (muhafaza edilecek) geleneklerin ne olacağı konusunda tarihin hiçbir döneminde uzlaşma olmamıştır. Sorunu iktidarlar çözmeye çalışmışlar ve kim güçlü ve belirleyici ise o dönemde onun kültür normları, toplumsal yaşam anlayışı ve idare tarzı egemen olmuştur.

Bir de hangi dönemde yaşandığı önemlidir. Göçerlik döneminin, tarım toplumunun, sanayi ve bilgi toplumlarının değerleri, kırın ve kentin yaşam tarzı ve sosyal değerleri birbirinden çok farklıdır. İnançlar farklı pratikler önerirler ve bir arada yaşarlar. Hangisi öncelenecek ve muhafaza edilecektir? Kısaca muhafaza edilecek değerlerden çok muhafazakârlık çabası ağır basar. Bir dönemin muhafazakârı, başka bir dönemin muhafazakârıyla çelişebilir, çatışabilir. Çünkü gelenekler değişir. İçerik değişince yerine üslup ve biçim konulur. Bir şeyin içi ne kadar boşaltılırsa biçim o kadar öne çıkar.

Sanat özgürlük ister
Pekiyi, sanatın sınırı ne? "Sanatın tek sınırı estetiktir! Sanat sadece güzellik arayışıyla sınırlanır. Sanatın sınırını estetik ölçüler belirler. Ahlak, gelenek, görenek belirlemez. Estetize edildiği sürece, herhangi bir değerin tartışmaya açılması yanlıştır sanatta. Sanatın içeriğini estetik dışı birtakım ölçütlerle değerlendirmeye kalkmak yanlıştır!.. Önce o yapıtı üretenin, dünyayı güzelleştirme konusunda bir çabasının olup olmadığına bakılır... En önemlisi de estetikte sınır yoktur! Kısacası, sanatın öne çıkardığı meseleler ve işlediği konular, estetik adına sorgulanmalıdır ve yargılanmalıdır. Ahlak adına değil! Sanat, ahlak adına sorgulanmamalı!"

Burada kısaca denen şudur: Sanatçı hiçbir kaygı, korku ve sınırlama duymadan üretmeli. Eğer yapıtı beğeni kazanırsa desteklenir, alkışlanır, izlenir veya satın alınır. Beğenilmiyorsa, yani estetik değer kazanamamışsa ortada bırakılır. Sanat eseri niteliği kazanmaz. Onun iyi-kötü, güzel-çirkin olduğuna ancak estetik yargının sahibi toplum (tabii tümü değil, onu beğenen ve devamını dileyen yeteri kadar kişi) karar verir. Beğenmeyenler sanatı, sanatçıyı ve eserini engellemez çünkü siyasal gücü eline geçiren başkaları da onların beğenilerini ve beğendiklerini yasaklar. Sanat özgürlük ister. Buyrukçu bir ortamda sanat olmaz. Yoksa resim afişe, tiyatro müsamereye dönüşür.

"Bürokrasinin tepeden inme birtakım buyruklarla sanatı yönlendirmesinin muhafazakârlıkla nasıl bir ilgisi olabilir ki?.. Sanat tamamen sanatçılara bırakılmalı. Oyunun kuralı böyledir."

Bu konu çok tartışma kaldırır devam edeceğim.