Medya Ombudsmanı, gazeteci Faruk Bildirici, gazetecilik mesleğine yıllarını vermiş bir ustanın, Erbil Tuşalp’in ardından bir yazı kaleme aldı.

Bildirici ile Hürriyet’te çalıştığı dönemde (Ankara) Gazeteciler Cemiyeti’nde bir konferansta gazeteden (Hürriyet) haber ve manşet örnekleriyle basın eleştirisi çalışmasında kısa da olsa bir diyaloğumuz olmuştu. Hürriyet’te okur temsilcisi olarak yazdığı yazılarını henüz gazeteciliğin akademik eğitimini almaya başlamadan evvel düzenli olarak takip etmeye, medyaya eleştirel yaklaşmak bağlamında fikirlerinden istifade etmeye başlamıştım.

Medya eleştiri yazılarını bloğunda devam ettiren Bildirici, T24’teki yazısında geçen gün hayatını kaybeden gazeteci Erbil Tuşalp’in gazetecilik anlayışını (İnadını mı demeli?), çalışma biçimini ve onunla ilk yollarının kesiştiği Cumhuriyet gazetesindeki yıllarını, bir mesleğin etrafından başlayan gelişen dostlukları hâtıraları anlatmış; Tuşalp’in 12 Eylül zindanlarındaki işkence ve yaşam hakkı ihlallerini nasıl bir duyarlılık ve titizlikle kayıt altına aldığını...

Gazetecilik kültürüne dair okunası bir yazı çünkü haber merkezlerinin dağıtıldığı günümüzde usta-çırak ilişkisinin bozulmasının bu meslekte ne büyük bir kayıp olduğunu düşündürüyor. Hem de halka haber vermekle yükümlü ve icra edene en başta hakikate ve halka sorumluluk duymasını zorunlu kılan bir mesleğin bugün artık birçokları tarafından ayak bağı olarak görülen veya içi boşaltılan prensiplerini hatırlatıyor.

Mesela şirketlerle, politikacılarla yani haber kaynaklarıyla mesafeden söz ediyor. Böylece çeşitli iktidar odaklarının olası gazeteciyi kullanma, mesleğe dışarıdan müdahale girişimlerinin etik ilkelerin içselleştirilmesiyle ortadan kaldırılabileceğinden… Onlardan öğrenecek daha çok şey var kuşkusuz ama kısa da olsa biraz bugüne bakmak istiyorum.

Bugün?.. Bugün geleneksel yayın kuruluşları ile merkezî/yerel iktidarlar, şirketler holdingler arasında “sıcak” ilişkiler söz konusu. Hemen her ülkede ve dönemde olan “besleme basın” ya da “yandaş basın”dan (Partisan Press) söz etmiyorum salt. Medyaya önce büyük sermayenin ve ardından siyasî iktidarın hâkim olmasıyla yeni bir boyut kazanan iktidarla/siyasetçiyle/partilerle, şirketle/iş insanıyla, resmî otoritelerle girilen “çıkar” ilişkinlerinin şekillendirdiği medya düzeninden.

Bir zamanlar gazeteci mesleğin var oluşunu etik ilkelerden, mesleğin yıllar içinde oluşmuş birikiminden, profesyonellikten aldığı anlayışına mümkün mertebede riayet ederken, bunun dışına çıktığında ayıplanacağını bilirken şimdi sermayenin ve “besleme basın”ın zemin hazırladığı sistemde haber verme işlevini unutan medyadan ve gazetecinin mesleğine yabancılaşmasından söz ediyoruz.

Ortada görevini yerine getiren bir ana akım ya da kitlesel medya türü kaldı mı diye bir soru gündeme gelebilir bu noktada ve tam da oradan hareketle işte tirajlar önceki yıllara göre çok düşmüş olsa da hâlâ yayımlanan ulusal-yerel ölçekte gazeteler, her akşam ana haber veren televizyon kanalları var. Kamuoyunda kimisi “havuz medyası” kimisi “muhalif basın” diye biliniyor. Ana haber spikerlerinin veya sonradan değişip dönüşen adıyla “enkırmen”lerin (Anchorman) istifaları kamuoyunda hâlâ büyük bir yankı yaratabiliyor.    

Bilgi, veri, yorum paylaşmaya sağladığı olanaklarla teknoloji ise “dijital medya”yı yaygın hâle getiriyor. Dijital medya derken, burada aslında vurgulanması gereken ilk şey yayın aracının değişerek geniş mekânlarda üretilen, matbaalarda basılan, araçlarla bayilere dağıtılan dolayısıyla büyük paralara mâl olan basılı gazetenin yerini telefon, bilgisayar, “laptop”, tablet vb. gibi araçların alması.

Bu medya içeriğinin takibi, medya içeriğinin üretimi-yayımı açısından da böyle. Meselâ televizyon yayını yapmak için büyük cihazlara, devasa vericilere; izlemek için ise antenlere ihtiyaç duyan tüplü televizyonun gittikçe ortadan kalkması, yerini smart özellikli, android işlemcili LCD’lerin alması en bariz örnek. Buna istinaden yine akıllı telefonlar ile üretilen ve televizyon dâhil uyumlu her aygıttan izlenen içeriklerin sosyal medya platformlarıyla paylaşılabilmesi…

(Siyah-beyaz televizyonun son zamanlarını görmüş ama renkli ve ancak 12 kanal tuşu bulunan televizyonun bulunduğu bir evde büyüdüğüm için çatıda uzun çatallı kombine anteni sağa-sola çevirerek ayar vermenin parçası olacak kadar haşır neşirdim tüplü televizyonla. Ve herhâlde o televizyonun hikâyesi en iyi Vizontele’de filminde anlatılır). 

Konumuz teknoloji değil ve fakat gazeteciliğin telgrafla, çeşitli baskı teknikleriyle, teleks, video, kamera gibi elektronik araçlarla gelişen tarihini düşündüğümüzde gazetecilik teknolojiden bağımsız da değil. Ama teknoloji gazetecilik için maharetle kullanıldığında önemli bir araç. Teknoloji gazetecilikte tek başına bir anlam ifade etmez. Eğer öyle olsaydı teknolojinin tek kanallı döneme göre nispeten ilerlediği 90’lı yıllar ile 2000’in ilk on yılı gazeteciliğin en iyi dönemi denilebilirdi. Ama özellikle de 90’lar gazetecilerin devlet dairelerinde ihale kovaladığı, ordudan talimatlı haberlerin yayımlandığı, kötü manşetlerin atıldığı, haberde magazinleşmenin başladığı, gazetelerin tiraj artırmak için promosyon rekabeti yaptığı yıllardır da.         

Bugün ise dijital dünyanın şöyle bir handikabı var ki artık herkesin “gazeteci” olduğu internet ortamında profesyonel gazetecilik ile salt enformasyon veya veri paylaşımı arasındaki fark silik bir hâl alıyor. Geleneksel gazetecilikteki sorunların bu alana taşındığı da malûm. Yahut Google reklamı alabilmek için asparagas yani yalan, yanıltıcı, içi boş, vasat içerikler tekrar tekrar “haber” diye sunuluyor. Yine devletin haber sitelerini, haber içeriklerini kolayca erişime kapatmasının yanı sıra son yıllarda tamamen kontrol altına almaya dönük uygulamaları var.    

Neyse ki, ilk çıktığı yıllarda “ilgiyle” takip edilen “140journes” adlı sitenin kurucusu bir söyleşide “Türkiye’de para kazanamayan bir gazeteci varsa problem kendisindedir” diye “durum tespiti” yaptı, sağ olsun hepimizin “yüreğine su serpti.”

Bahsi geçen sitenin kurucusu başlarken yaptığı işin adını gazetecilikten esinlenerek “vatandaş haberciliği” diye tanımlamış. Sonra YouTube kanalı için hazırlanan kurgu-videoyla bir siyasetçiye, Ali Babacan’a “PR etkinliğinde bulunulduğu” dolayısıyla gelen eleştirilere karşılık çalışmalarını “yaratıcı belgesel”e kaydırdıklarını ifade etmiş.

İçerik yayınlayan her site, her YouTube kanalı haber mecrası değil kuşkusuz ama daha başta hem “habercilik” diyerek gazetecilik terminolojisini, hatta yöntemini kullanıyor hem de gazetecilerden gelen eleştirilerin akabinde hedefe gazeteciliği/gazeteciyi koyuyorsanız bu yaman çelişkiyle ne yapmaya çalıştığınızı anlatamazsınız. Nihayetinde PR (halkla ilişkiler – reklam-tanıtım) meslekleriyle gazetecilik kesinkes birbirinden ayrı tutulması gereken iki alan.

Biraz önce geleneksel medyanın sorunları dijital alana da taşınabiliyor derken kastettiğim tam da bu aslında. Çünkü medya düzeninde artık kimse muhabiri resmî otoritelerle, şirketlerle arandaki mesafeyi koru diye uyarmıyor. O birikime sahip ve yeni bakış açıları kazandıracak, etik ve meslek ilkeleri işin yapılışı sırasında hatırlatacak ustalar bir bir uzaklaştırıldı medya kuruluşlarından.

Neşriyatın gazetecilere, yazarlara, edebiyatçılara mesken olan, fikir tartışmalarıyla meyyal Babıâli’den başlayıp İkitelli’ye uzanan yolculuğunda yeni mekân sokaktan, insandan yalıtılmış plâzalar olmuştu.  Meslek dışından gelen ama yayın kuruluşunda “yüksek statü” sahibi “kravatlı büyük adamlar”, patronun en yakınındakiler reklam kaygısıyla gazeteciyi “kurumlarla iyi ilişkiler kur” diye şartlandırıyor -Türkçesiyle, bu sözü kullanmayı hiç sevmiyorum aslında ama “yalakalık” yapmaya teşvik ediyordu. Trajik olan ise kimi gazetecilerin buna itiraz etmek bir yana geleceğini orada görmesiydi.

Şimdi yerelinden kitleseline “yandaş” veya “muhalif” diye kodlandığı böyle bir medya düzeninde -eğer reklam akışında sorun yoksa- gazeteciliğin “yeni normali” de gazete ve televizyonlara kurumlar tarafından gönderilen “basın bültenlerinin”, video içeriklerin noktasına virgülüne, sesine kurgusuna dokunmadan yayımlamak oluyor. Misal iktidar medyasında yükselen döviz kuru “yarım dolar”, benzine-elektriğe gelen zam “fiyat güncellemesi” diye verilirken yerel medyada CHP’li belediyenin ulaşım zammı görmezden geliniyor, zam ancak belediye başkanının açıklaması üzerinden konu oluyor.  

Sahada ise muhabir bir basın toplantısına mı katıldı, soru soramadan eline tutuşturulan metinle görev ifa ediyor. Muhabir zamanla soru sorma refleksini kaybediyor. Oradan oraya koşturulan, asgarî ücretle çalıştırılan, maaşı zamanında ödenmeyen, işbaşı eğitim programlarıyla işe başladığında 6-9 ay sigorta primi ödenmeyen, örgütlenmesine ortam olmayan, toplu sözleşme hakkı bulunmayan muhabirin mesleğin temel sorunlarına kafa yoracak hâli bile kalmıyor.

Hâlbuki bilenler bilir gazeteciliğin özü muhabirliktir. En temel meselesi ise hakikati aramak ve aktarmaktır. Merak etmek, şüphe duymak, gözlem yapmak... tüm bunların bütünüdür gazetecilik. Kâğıttan akıllı cihazlara haber alma aracı değişebilir ama dijital teknoloji kullanılarak bağımsız gazeteciliğin, evrensel meslek ilkelerinin uygulanabileceği biçimde medyanın yeniden kurumsallaşması büyük bir önem taşıyor.

Gazetecilikteki ısrarın, yol açıcılığın, insan haklarından yana ortaya koyduğun bilinç için bin teşekkür: Güle güle Erbil Tuşalp usta…