Geçen haftasonu yolumuz zorunlu olarak İzmir’de Bozyaka SSK Hastanesi’nin acil servisine düşüyor. Acil koridorunda yeşil kodlu alanda bulunan oturma grubu neredeyse tamamen dolu. Kaydını yaptıran insanlar sırayla triyaj odasına giriyor. Hastaların tıbbî müdahale önceliklerine burada karar veriliyor. Sonra hastaların büyük bir çoğunluğu bu yeşil kodlu alana yönlendiriliyor.
Acil koridorunda yakınlarıyla birlikte en az 30-35 kişi var ve sürekli yeni hasta geliyor. Biri topallıyor, biri yarı baygın, birinin de gözüne bir cisim kaçmış... Tüm hastaların gözü asıl muayene odasına giden koridorun girişinde... Acaba bu kez çağrılacak ve muayene salonuna girebilecek mi? Her biri bir sağlık sorunuyla gelen insanların o an tek derdi bu.
Acil serviste bir saat doluyor. Muayeneye üç kişi ya giriyor ya girmiyor. Bekleyen insanlar defalarca triyaj odasına gidip geliyor. Muayene odasına ne zaman alınacağını soran sorana... Belli ki ilk gelenler daha uzun süre beklemiş. Hemşire ya da asistan doktorlar insanlara durumu izah etmeye çalışıyor.
Hâlâ bir hareketlilik olmaması insanlarda ister istemez bir strese yol açıyor. Koridorun köşesinde tekerlekli sandalyedeki yaşlı kadın “Yetti artık! Hiç mi insafınız yok?” nidalarıyla ağrıdan inliyor. Oğlu ve bir kızı onu teskin etmeye çalışıyor: “Birazdan alacaklar anne. Sırada beş kişi kalmış. Hem .....Hastanesi’ne gidelim dedik. Kabul etmedin.” Adı geçen, özel bir hastane...
Karşıdaki oturma grubunda da genç bir kadın artık ümidi kestiğinden mi acısına alıştığından mı bilinmez, yakınının omuzunda uyuyakalmış. Yine orta yaş üzeri bir kadın koridorda dört dönüyor. Nasıl bir sağlık sorunu varsa belli ki o daha da artmış.
Bir hasta daha geliyor; henüz 20’li yaşların başında bir kız... Yanında annesi ve babası da var. Bir işçi ailesinin kızı olmalı… Kayıt yaptırırken genç kadının sosyal güvencesinin olmadığı anlaşılıyor. Kayıt personeli bir barkod vererek onları vezneye yönlendiriyor:
“Ödeme yapmazsanız sistem açılmaz!”
“Ödeme ne kadar?”
“90 lira... Ancak kan tahlili, röntgen, tomografi; her bir tetkik için ayrı ücret ödeniyor.”
Genç kadının muhtemelen Genel Sağlık Sigortası (GSS) prim borcu var. Milyonlarca yurttaş gibi. GSS ile ilgili tepkiler artınca 2019’da GSS prim borcu olanların devlet hastanelerinde 7-8 liralık “döner sermaye ödemesi” ile sağlık hizmeti alabileceğine dair yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı, Covid-19’un başlamasıyla 2020 ve 2021’de de uzatılmıştı. Muayene öncesi sekreterliğe “borçlu olduğunu” söyleyerek kaydını ve vezneye döner sermaye ödemesini yaptıktan sonra ayrıca bir tetkik ücreti de alınmıyordu.
Kızın anne ve babasında kısa bir duraksama oluyor; bir şaşkınlık hâli...
Oturduğum yerde “Herhâlde bakım süresi bu kez uzatılmadı, GSS borcu olanlar yine kaderine terk edildi” diye düşünceler geçiyor aklımdan. Öyle ya, pek çok ilaç Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından karşılanmadığı için ilaçlara erişilemiyor, sonra bir kısım ilaç yine geri ödeme listesine alınsa da sağlık hizmetine erişim hakkımızda genelde negatif yönde bir gerileme oluyor. Gözümün önünde böyle bir durum yaşanırken, o an, “ücretsiz” bakımla ilgili kararın yenilenip yenilenmediğinden emin olamadığım için bir şey diyememek içime işliyor.
Bir süre sonra konuyu araştırdığımda bu yılın ocak ayında bir Cumhurbaşkanı Kararı daha yayımlandığını, GSS prim borcu olanların sağlık hizmetini yıl sonuna kadar “ücretsiz” alabileceğini, daha doğrusu muayene olunacak devlet hastanesinde (üniversite ve -eski adıyla- SSK hastanelerinde) salt “döner sermaye ödemesi” ile bakım olabileceğini görüyorum. Yani 2019’dan geçen yılın son gününe kadar olan neyse şimdi de öyle. Peki ama hastanenin acil servisinde o genç kadına neden 90 lirayı ödeme şartıyla bakılabileceği söyleniyor? Bir baba niye kızına mahcup ediliyor? 90 lira uygulaması hastane yönetiminin kararı mıydı? Ya da henüz GSS’ye girişi bulunmadığı için mi genç kadın “ücretsiz” bakılamıyordu? Ama ortada bir gerçek vardı. Acil olarak hastaneye başvuran bir hastanın o gün o hastanede sağlık hizmetine “ücretsiz” erişim hakkı bulunmuyordu. Hastanelerin bağlı olduğu Sağlık Bakanlığı ile SGK’nin bağlı olduğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı arasındaki koordinasyonsuzluğun faturasını yine yurttaş ödüyordu.
Ayrıca milyonlarca insanın (tam sayı bilinmiyor ama beş milyon civarında) hâlâ prim borcunun bulunması AKP’nin 2008’den itibaren uyguladığı GSS formülünün yurttaş tarafından kabul edilmediğinin de bir göstergesi. Kaldı ki son yıllarda gelir testi değerlendirme kriterleri sürekli değiştirildiğinden GSS’de “yeşil kart” tescili yerine prim ödeme zorunluluğu getiriliyor. İşi gücü olmayan milyonlarca insandan her ay 194 liralık primi ödemesi bekleniyor.
Hastanede saat 18.00’i vuruyor. Acilde bekleyişimizin üstünden en az iki saat geçmiş. Acil koridorunda vezneye ödeme yapması için eline barkod tutuşturulan o babayı (anne ve kızı) bir daha göremiyorum. Yarı baygın olan hasta ise nihayet çağrılınca kızının yardımıyla muayeneye giriyor. Ama diğer bekleyenlerde acıyla karışık öfke hâli artıyor. İlk geldiğimizde orada gördüğüm 40 yaşlarında bir kadın triyaj odasına giderek neden muayeneye alınmadığını soruyor. Doktorun sesi triyaj odasının girişinden oturduğumuz yere duyuluyor:
“Covid-19 polikliniği tekrar açıldı. Yeşil alan muayeneleri üç birimden iki birime düşürüldü. Kırmızı alan, yani yoğun bakım hastaları doğaldır ki hemen alınıyor ama bir süredir yeşil alandaki hastalar arasında 5-6 saat beklemek zorunda kalanlar var.”
Covid-19’da 30 Mayıs - 5 Haziran haftasında 7 bin 322 olan vaka sayısı 25 Temmuz - 1 Ağustos haftasında 406 bin 322’ye çıkmış. Yazın başında günlük vaka sayısı ortalama bin kadarken bir haftada 19 kişi ölmüş. Günlük vaka sayısı 58 bine çıkınca temmuzla ağustosun bağlandığı haftada 337 kişi vefat etmiş. İstatistikler yükselirken kapalı alan ve toplu bulunulan ortamlarda henüz maske bile zorunlu değil!..
Acilde muayenelerin gecikmesinde, koridorda insan kalabalığının oluşmasında Covid-19’daki bu sonucun etkisi yadsınamaz ama yaşananlarla sağlık sisteminin ne kadar kırılgan bir yapıda olduğu malûm. Önceden de görüldüğü üzere demek ki bir “kriz” anında hastaneler hemen kilitleniyor.
Ne yapsın insanlar? Devlet hastanesinin acil servisinden çıkıp SGK ile anlaşmalı özel bir hastanenin yolunu mu tutsun? Devlet hastanelerindeki gibi insan kalabalıkları yok oralarda. Koridorlar, tuvaletler pırıl pırıl… Odalar ferah… Danışma personeli güler yüzle “Buyurun efendim” diyerek karşılıyor. Hasta daha acilden girer girmez muayeneye alınıyor. Koridorda bekleyen hasta refakatçisi, hastaya uygulanan tedavi aşamaları hakkında anbean bilgilendiriliyor. Ama bir sorun var. Ücretli!
Ücreti ödemezseniz adımınızı dahi atamazsınız. Ölüm döşeğinde olsanız kabul edilmezsiniz. Çünkü özel bir hastane sağlık kuruluşu olsa da aslında bir ticarethane olduğunu daha ilk anda idrak ettirir size. Sadece bir hasta değil bir müşteri olduğunuzu çabucak anlarsınız.
Hastanelerin kamuya ait olması anlayışı hastalar müşteri, sağlıksa bir meta unsuru olmasın diye. Ama işte bir devlet hastanesinin acilinde ödeme çıkartılan yurttaş geri çevriliyor! Acilde muayene sıranız bir türlü gelmiyor ise daha fazla beklemeyi göze alamayıp hasta hâlinizle başka bir hastaneye gitmek zorunda kalabiliyorsunuz. Nitekim doktor muayenemiz hastane değiştirmemizle olabildi. Tetkiklerin sonucunda doktorlar önemli bir sorun olmadığını, yazdıkları reçete ile rahatsızlığın geçeceğini söyledi.
Mesele elverişli fizikî şartlarda kaliteli sağlık hizmetinden herkesin ücretsiz olarak yararlanması değil mi? Bu temel ilke gözden çıkarıldığında sunulacak her öneri değerlendirme dışı kalmaya mahkûm!
AKP iktidara geldiğinden beri sağlıkta özelleşme politikası uyguluyor ve bununla övünüyor. Onlarca özel hastane açılıyor. 2002’de 261 olan özel hastane sayısı 571’e çıkıyor. O zincir hastanelerin sahipleri ya AKP’de siyaset yapıyor ya da AKP’nin yandaşı bir iş insanı. Sağlığın ticarete konu olduğu bir sistemde şifa arayan insanların sırtından özel hastaneler kârını katlıyor. Yurttaşın, özel hastaneden aldığı muayene, tetkik, ameliyat gibi sağlık hizmeti karşılığında ödediği ücretlerin bir miktarını karşılayan devlet kurumu SGK’den özel hastanelere her yıl milyarlarca lira ödeme yapılıyor.
Örneğin özel hastanedeki görevliye soruyorsunuz: SGK, muayene ücretinin yüzde kaçını karşılıyor? “Acilde muayene SGK’liye 250 lira” diyor, “kan tahlili, serum içinde ama MR, tomografi hariç!” Aynı hastanede sosyal sigorta bulunmadan yapılan muayenenin ücreti ise 300 lira. Ancak ne SGK’li ne de direkt muayenelerde türüne göre tetkik birim ücretini önceden öğrenemiyorsunuz. Özel hastaneler ile devletin ilişkisi ticarî açıdan da mülkiyet yapısı bakımından da kapalı kutu hâline gelirken, bir yandan da yap-işlet-devret “modeli” ile inşa edilen “hasta garantili” şehir hastaneleri üzerinden belli bir müteahhit grubuna para aktarılıyor.
Devlet hastanesine günlerce randevu alınamıyor. Bazı hastanelerde MR randevusu bir yıl sonrasına veriliyor. Bazı hastanelere aylar ve hatta yıllarca tetkik cihazı tedarik edilemiyor. Kamu hastaneleri teknolojilerini yenileyemiyor. Bir de mekânsal yetersizlikler var. Denilebilir ki işte yepyeni şehir hastaneleri en azından bu açıdan iyi. Ama şehrin öyle uzak noktalarına yapılıyor ki ulaşım sağlanamıyor. Buna koşut şehir merkezindeki devlet hastaneleri bir bir kapatılıyor. Şehrin göbeğinde adım başı özel hastaneye rastlanırken insanlar yakınında bir kamu hastanesi bulamaz hâle geliyor ya da yakınındaki kamu hastanesinden, hastanenin yetersizlikleri nedeniyle sağlık hizmeti alamıyor.
Ama daha da vahimi doktorlar gidiyor! İmkânı olan yurtdışına, emekliliği gelen belki özel bir hastaneye. Türk Tabipleri Birliği’nin verilerine göre, yurtdışında çalışabilmek için belge talep eden doktor sayısı 2012’de 59 iken, 2021’de bin 405’e, bu yılın ilk beş ayında 945’e çıkıyor. Birçok doktor ise mesleği bırakıyor. Özlük haklarındaki kayıplar, performans sistemi, iktidar sahiplerinin bir türlü yüzleşmek istemediği sağlıkta şiddet olgusu, uzatılan nöbet süreleri, hastanelerdeki kurumsal sorunlar ve değersizleştirilmeleri yüzünden…
Hangi birine yanmalı: Hastaların hâline mi!.. O yoğunluk içinde hasta hakkında doğru teşhisi koymak, tedavi uygulamak üzere orada olan, son yıllarda şiddetin hedefi hâline gelen, salgında “borcunuz ödenmez” diye “minnet duyulan” ama özlük haklarını talep ettiklerinde “Giderlerse gitsinler” diye kırılan, demeç verme hakları bile yasaklanan hekimlere mi!..