Bu yazıyı yazdığım gün ülkemizde üç kadın yakınlarınca öldürülmüştü.

Hele biri kocasınca 46 yerinden bıçaklanmıştı.
Bu ne öfke öyle?
Verilere göre dünya kadınlarının 3'te 1'i hayatlarında en az bir kez evde şiddete maruz kalıyor. Bu şiddetin kaynağı genellikle eş, baba veya sevgili oluyor.
Türkiye'de kadına karşı şiddet oranı gelişmiş ülkelere oranla oldukça yüksek. Taşra ve kenar mahallelerde şiddete maruz kalan kadınların oranı %97'lere kadar çıkıyor.

Yapısal şiddet

Kadının şiddete maruz kalması sadece günlük bir olgu değil. "Yapısal şiddet" dediğimiz süreklilik kazanmış olan durumlar var. Cinsel ilişkiye zorlanma, tacizler, aile ve yakınları tarafından fuhuşa zorlanma, zorla evlendirme, töre cinayetleri, zorla çalıştırma, eğitim özgürlüğünün kısıtlanması bu türe giriyor. Bunların her biri insan hakları ihlalidir. Ülkemizde kadınların yüzde 49,9'u aile içi şiddete maruz kalıyor. Şiddet gibi özel alandaki hak ihlalleri, kadınların kamusal alana çıkmasını önlüyor.
Son 7 yılda kadınların kurbanı olduğu cinayetler yüzde bin 400 oranında artmış. Bu bir katliamı çağrıştırıyor. Oysa Türkiye, "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi"nin ilk imzacılarından biri. Ama görünen o ki yasa, eylemi önlemiyor.
Şiddet gören kadınların yüzde 49,9'u düşük gelirli, yüzde 55,7'si eğitimsiz. 2010 yılı verilene göre, 'Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi' sıralamasında Türkiye 134 ülke arasında 126. sırada bulunuyor. Kadın-erkek eşitsizliği hayatın her alanında görülüyor. Böyle bir tabloda şiddetin önlenmesi oldukça güç.
Eşitliğin olmadığı yerde gelişmiş bir demokrasinin olmayacağı açık. Erkeğin egemenliği, eşitsizliğin ve demokrasi eksikliğinin bir türevi. Örneğin Meclis'te, kabinede ve üst düzey yöneticiler arasında kadın eser sayıda. Kadınlar siyasal açıdan da ciddi bir ayrımcılıkla karşı karşıya. Ayrımcılık bir şiddet türüdür.
Diğer yandan toplumda yerleşik olan kültürel değerler nedeniyle polis merkezlerinde şiddete aile içi bir olgu olarak bakılmaktadır. Mahkemeler de benzer bir tepkiyle hareket etmekte, katil zanlılarının eş, sevgili, nişanlı ve erkek akrabalarının olduğu cinayetlerde erkek suçluya cezada indirim uygulanmaktadır.
Kadına yönelik şiddetin önlenebilmesi için, devletin kadınlara yönelik her türlü şiddeti kınaması ve azami ceza öngörmesi gerekir. Şiddete uğrayan kadınlar için başvuru ve sığınma evlerinin sayısı artırılmalı, ücretsiz yasal danışmanlık, psikolojik ve tıbbi destek yanında cinsiyet ayrımı yapan yasa ve uygulamalar kaldırılmalıdır.
Bütün bunlar koruyucu önlemlerdir. Derinde daha önemli bir olgu yatmaktadır. Ülkemizde gelir düzeyi hızla artarken sosyal kategoriler arasındaki gelir ve yaşam düzeyi farkı daha belirgin hale gelmektedir.

Erkek yetersiz kalmakta

Gelişen ekonomi daha nitelikli, daha eğitimli bir işgücü gerektirmektedir. Oysa erkeklerin çoğunluğu, ekonominin talep ettiği donanıma sahip değildir. Bu nedenle ya gelir düzeyi çok aşağıdaki işlerde çalışmakta ya da çalışma hayatının dışına itilmektedir. Kültürümüz erkeği "eve ekmek getiren taraf" olarak kodlamıştır. Bu işlevini yitiren erkek saygınlığını ve aile içindeki konumunu da yitirmektedir. Eşi ve çocukları karşısında aşağılanmış ve çaresiz görünen erkek, hıncını "daha düşük" bir sosyal statüye mahkûm edilen kadından çıkarmakta ve ona şiddet uygulamaktadır. Bu yolla hâlâ "patronun kim olduğunu" kanıtlamaya çalışmaktadır.
Kadının yasal statüsü erkek düzeyine çıkmadıkça veya erkek işgücünde arzu ettiği yere gelmedikçe "aşılamayan olumsuzluk-çaresizlik-öfke-şiddet" denklemi daha çok can alacaktır.