Şahane Misafir ve Açlık Oyunları. Gündemden bunalanlar için iki kaçış noktası. Ferzan Özpetek’in “Şahane Misafir”ini Cem Yılmaz’ın da katıldığı medya gösteriminde izledik. Şanslıydık. Yönetmen ve oyuncudan Roma’da çekilen filmin “gizemli” hikâyesini dinledik.
Paris’te Geceyarısı. Artist. Şahane Misafir.
Seyirciyi 1930-40’lara götüren filmler.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’yı dolaşan bir tiyatro grubunun İtalya’da noktalanan serüvenini; Roma’da bir evin gizemli atmosferi ve oyuncu olmak isteyen bir pastacının “gerçek mi, yanılsama mı” olduğu anlaşılmayan yalnızlığı üzerinden sinemaya aktarmış Ferzan Özpetek. Ortada dolaşan varlıklardan -hayalet- birisi de Yusuf Antep karakteriyle Cem Yılmaz.
Filmde Cem Yılmaz olunca, komiklik bekliyorsunuz.
Öyle değil.
“Şahane Misafir”, bir Ferzan Özpetek klasiği olduğu için filmin ağırlığı içinde Cem Yılmaz’a da yönetmenin verdiği rolü oynamak düşüyor. İtalyan seyirci için “Cem’e bakıp gülmemek” gibi bir sorun olmasa da dram yanı ağır basan bir rolde Cem Yılmaz’ı izlemek Türk seyirci açısından hayli zor.
Medya söyleşisinde Cem Yılmaz bu açığı kapatıyor.
Ferzan Özpetek, filme başlarken The Artist’teki gibi bir köpeğe de rol vermeyi düşünmüş.
Vazgeçmiş.
Cem Yılmaz, “Ferzan oyuncuları azaltmaya başlayınca sıra bize gelecek diye çok korktum. Çünkü o sahnelerde küçük çocukla ben vardım. Hangimizi çıkaracak diye sette konuştuğumuz çok oldu. Görüyorsunuz buradayım işte” derken mizaha dönüyordu.
Savaş sırasındaki hayatları tiyatroda son bulan oyuncuların 2012 yılı Roma’sına bir tramvayla yaptıkları ışıltılı yolculuk kadar, bilgisayarda başlarına geleceği gördükleri sahneler de dramatikti.
Filmin konusu, “aşk, dostluk ve dayanışmanın en derin korkuları aştığı, bir yeniden doğuşun hikâyesi” diye özetlenmiş.
Sezen Aksu’nun “Şahane Misafir” için bestelediği, sözleri Yıldırım Türker’e ait “Gitmem Daha” şarkısı ise duyguları patlatıyor.
Gerilim dolu şu günlerde Ferzan Özpetek’in filmi İtalya’da da Türkiye’de de iş yapar.
“Açlık Oyunları” ise Suzanne Collins’in seri romanından uyarlanmış, Ferzan Özpetek’in hayaletlerine “Böyle bir dünyada ne işimiz var” dedirtecek türden vahşi bir yarışmanın öyküsü.
Sadece “öldürerek” ayakta kalabiliyorsunuz.
Savaş ve yıkımdan çıkmış “kötü bir gelecekte” varolmaya çalışan insanlar çocuklarını eski Roma, Yunan’daki gibi ölümcül bir “arena”da yarıştırıyorlar. Buradan sağ çıkan, “Açlık Oyunları”nın galibi tek kişinin ödülü yüksek teknolojiye karşın sefalet çeken topluma yiyecek götürmek oluyor.
Nükleer savaş ve küresel ısınma tehdidi altındaki bir dünyada bu tür romanlar, filmler “kurgu” olmaktan çıkıyor.
“Açlık Oyunları”nı izlediğimiz sinema salonunda gençler çoğunluktaydı.
Pazar günü gidilecek iki güzel film.
Kaçırmayın.