Saul’un Oğlu filminden sonra seyrettiğim ikinci film yasak aşkı anlatıyordu. Bu sefer aşk üzerinden savaşın duygusal anatomisi üç ayrı hikaye ile resmediliyordu.

Bosna savaşında bir köyde uzun süre ortak geçmişe sahip iki ayrı milletin yirmi yıla yayılmış bıçak sırtı dolaşımı aşkın üzerinden anlatıyordu.

Filmde mekanlar, insanlar aynı hikayelerin dokusu ve zaman farklı.

1991 yılında savaşın toplumun bedeninde uç verdiği ilk yıllarda köyde birbirine aşık Jelana ve Ivan bu gergin ortamdan kurtulup şehre gitmeye karar veriyor. Köyden geçen bir nehrin kenarında oturup kaçış planını konuşuyorlar. Oğlan köyün bandosunda saksafon çalıyor. Büyük annesi ve babası ile birlikte yaşıyor. Annesi ölürken babasına büyük annesini ve onu emanet etmiş. Konuşmaları öyle savaş ya da insan sohbeti içermiyor. Sevgili olmanın, kardeş olmanın çocuksuluğu ile birbirlerine sataşıyor sarılıyor dalaşıyorlar. Şehre gidince İvan’nın halasında kalacaklar bir süre iş bulup birlikte yaşayacaklar plan bu. Kız yüzmek için suya girdiğinde oğlanın yanına çocukluk arkadaşı geliyor, birlikte köyü seyredip bira içiyorlar.

Festival filmlerinde diyalogların çevirileri her zaman öyle özenli olmaz. Aynı anda bir filmin altında üç dilde çeviri falan olur o yüzden filmin içine girmeniz yetinize bağlıdır. Bu filmde diyaloglar öyle anlamlı olmalı ki çevrinin özensizliğine rağmen yine size çarpmaması imkansızdı.

İvan’ın çocukluk arkadaşı da onlarla gitmek istiyor o da savaşın çekiminden kurtulmak derdinde ama yolunu bilmiyor üstelik bir bahanesi de yok yoluna çekimden çıkmak için. Aslında esas istediği, onların cesaretinin mutluluğunun bir parçası olmak. Işığın çekimine kapılmak gibi bir şey onunkisi oysa iki kişilik dahil olmayı arzuladığı şey. O yüzden şakayla karışık sadece sitem ediyor arkadaşına kafasıyla ırmağı gösterip özlemeyecek misin buraları diyor. Beni de götürsenize. İvan, iltica etmiyoruz sadece Zagreb’e gidiyoruz diyor. İstiyorsan gel.

Jelana suda yüzüp gökyüzünü seyrederken mutlu ama evine giderken bir suçlu gibi başını öne eğer insanlar ona laf atarlar yanlarından geçerken çünkü o düşman mahallenin adamına gitmektedir her gün üstelik onunla kaçacaktır. Evde erkek kardeşi ve annesi ile sofraya oturunca daha çok hırçın asık suratlı biri olur, kardeşi onun İvan’la gitmesine, ilişkisine karşıdır,  nefret etmektedir. Çocuk gibi sofrada başlayan ağız dalaşı, iki kardeşin yumruk yumruğa kavgasına dönüşür, anneleri ayırır kavgayı. Babanız olsaydı siz görürdünüz, der. Annesi kızının sevdiği adamla kaçması konusunda ılımlıdır, onu destekler kocasını savaşta kaybeden kadın kızının aşkı yoluyla yaşamasına eywallah der.

İvan da kızdan ayrılınca kahvede oturur büyük annesi telaşla kahveye dalar. İnsanlar heh gösteri başlıyor derler. Kadın torununu aramaktadır. Bulunca sevinir. O da hala Hitler'in yaşadığını sanmaktadır. Savaş onun geçmişini tetiklemiştir. Belki de yaşlandığı için artık geçmişte yaşıyor. İvan onu alıp insanların dalga geçmesine aldırmadan onu kışkırtmalarına aldırmadan eve götürür yatağına yatırır. Büyük anne ona sanki dışarıda hararetli bir savaş varmış gibi oysa sadece kokusu vardır henüz duygusu kol gezmektedir merak etme der ben seni korurum. Bombalar patlamaya başladığında, o geldiğinde sığınağa saklan der, ben seni bulurum.

Oğlan da ona merak etme der sakinleştirir kadını. Savaşın geçmiş izleri ve geleceği her ikisinde gözlerinden okunur.

İvan’ın babası oğlunun sevdiği kızla gitmesine razıdır sadece karısına verdiği sözü tutamadığı için üzgündür.

Aşka son noktayı ise ağbi koyar çünkü gençtir, erkektir, savaşın ruhu onu çabuk ele geçirmiştir.

2001 deki aşk hikayesinde ise Natasa ve Ante yine aynı savaşın ayrı mihraklarıdır.

Natasa annesiyle birlikte savaş bitince evine geri döner. Evleri talan olmuştur. Duvarlar delik deşiktir. Bir zamanlar uyudukları yatakları ateşe verilmiş yarı yanmış öyle odanın ortasında durmaktadır. Giysilerini korudukları dolap kapakları açılmış düştü düşecek durumda onları karşılar. Evi yeniden inşa etmek için bir Sırp erkek çağırırlar yardıma. Para karşılığı Ante onların evini tamir eder. Natasa’nın annesi Ante ile sohbet eder sanki hiç savaş olmamış oğlu öldürülmüş biraz mezarı yokmuş gibi kocasının yanında gömülü değil gibi.

 Neden şehre gitmediğini sorar. Ante’nin babası savaşta ölmüştür. Annesi yaşadıklarına dayanamayıp hastalandığı için Ante ona bakmak zorunda hisseder kendini, para kazanıp annesinin ilaçlarını almak zorundadır. Köyde hiç kadın yoktur. Herkes şehre gitmiştir yaşamak için. Natasa annesinin Ante ile sohbet etmesinden nefret eder. Bir gün ona öfkeyle bağırır. Oğlunun öldüren adamı yemek yesin diye sofrana çağırıyorsun, onunla sohbet ediyorsun yakında onunla yatacak mısın, der. O zamana kadar sakin davranan kadın eline geçirdiği her bir nesneyi yere fırlatıp her seferinde haykırır. Kimse bana sormuyor, bu hayatta yerin neresi senin demiyor. Sığırdan farkım yok. Nasılsın diye sormuyor, diye öfkesini kusar.

O güne kadar Natasa geceleri savaşta ölen erkek kardeşiyle resimlerine bakardı geceleri herkes uykudayken, sık sık mezarlığa gider, kardeşi ve babasını ziyaret ederdi. Çimenlere yatıp etrafı seyrederdi eline bir taş alıp onu sıkardı. Teninin üzerinde karıncaların gezmesine izin verirdi.

Bu öfkeli kızın doğayla haşır neşir olmasını seyrederken, doğaya karışmanın insanın içindekileri akıtıp arınmak için iyi bir fikir olduğundan iyice emin olmaya başlamıştım. Filmde gece oldu ve karanlıkta inleme sesleri duyduk. Herhalde kadınlardan biri sevişiyor diye düşünmeye başlamıştım ki Nataşa’nın gözleri belirdi karanlıkta. Ağzına sıkıştırdığı bir yastıkla yüzü koyun yatmış yan tarafta yatan annesine duyurmadan mastırbasyon yapıyordu. Gözleri yaşlarla dolu kocaman açılmış inlerken, yastığı sıkıca ısırıyordu. Çimenlere toprağa akıtmakla bitiremediği öfkesi şimdi tutkuya dönüşmüş bedeninden çıkmak istiyordu. O da çişi gelmiş tutmaktan yorulmuş hazla işer gibi acıyla yapıyordu.

Kızın gözlerine bakınca iyi bir oyuncu olduğuna yönetmenin de duyguyu resmetmekte becerikli bir yönetmen olduğuna karar verdim.

Nataşa ilerleyen günlerde Ante’ye ilk hikayenin geçtiği su da yüzmeyi teklif etti. Onunda orada çocukluk anıları vardı. Birlikte suya girip suyun altında birbirlerine baktılar. Havlusunu verdi oğlan kurulansın diye, ölen ağbisini anlattı oğlana, Onu bir köpek gibi öldürdü sizinkiler dedi.

O güne kadar sakin olan Ante birden sinirlendi, kızı omuzlarından yakalayıp sarsmaya başladı, seninkiler de benim babamı öldürdü, dedi. Ben anneme bakmak zorundayım, onun ilaçları için para kazanmalıyım. Buradan ayrılamam. Sence bunlar benim hoşuma mı gidiyor? Kalk hadi! dedi, gidiyoruz.

Ante’nin işinin bittiği son gün Natasa yatağa uzanmış ayaklarını duvara dayamış yine oğlanın çalışırken çıkardığı seslerle ahenkli sesler çıkarıyordu, oğlan gelip ona bitti, dedi sonrada kapıyı kapatıp odadan çıktı. Natasa yattığı yerden kalkıp onun peşinden gitti. Oğlanın gitmesine engel olmaya çalıştı, ona sarılıp dudaklarından öpmek istedi. Oğlan kıza engel olmak istediğinde o da dizlerinin üzerine çöküp ona oral seks yaptı. Sonu hararetli bir sevişmeyle biten olayın sonunda zavallı Ante kızı öperek noktalamak istedi olayı, kız kafasını çevirip bitti, dedi. Tüm bu hararetli sahnelerin üstüne anne telaşla gelip Ante’ye parasını vermek istedi, önce parayı aldı oğlan sonra kapının eşiğinden dönüp masaya geri bıraktı sizin daha çok ihtiyacınız var, dedi. Kız şaşırdı öyle baktı oğlana bön bön. Ben de dedim şimdi nasıl yani. Ante iyi çocuk aslında anne ile diyaloğu farklı.  Kıza kapak olsun diye parayı bırakmadı. Ama giderken arkasını dönüp bile bakmadı Natasa’ya.

O gittikten sonra Nataşa her zaman saklandığı iki evin arasında bu sefer çıplak yine kendine dönmüş oturuyordu.

Film hala oynuyor aslında anlatmamam gerek tüm bu olanları ama bana değeni paylaşmadan duramıyorum. Herkese farklı değer aslında o yüzden fazla da suçluluk hissetmiyorum.

Son hikaye 2011 yılında savaşın duygularda kaldığı dönemde geçiyor.

Marija ve Luka’nın hikayesinde senarist ve yönetmen Dalibor Matanic’in kullandığı metafor siyah kurt köpeği ve örümcek var. İlk hikayede sadece örümcek vardı. İkinci hikayede siyah kurt köpeği.

Örümcek kaderin ağlarını örmesini anlatıyor bana göre. Siyah kurt köpeği insanın hayvani yanıdır herhalde. Bilmiyorum.

Bu hikayede iki kavram da bir köşesinden göründüler.  

Luka köyüne uzan bir zamandan sonra ilk defa dönüyor, dönme sebebi arkadaşının düzenlediği büyük bir parti. Köyüne gelmediği gibi anne ve babası ile de görüşmemiş uzun zamandır. Hikaye başladığında insanların konuşmalarından Luka’nın neden ailesinden uzak durduğunu onlara neden kırgın olduğunu tahmin etmeye çalıştım beceremedim. Anne üzerinde dönüyordu tüm konuşmalar. Annesi hiç evden çıkmıyormuş. Babası çalışıyormuş ama sağlıkları yerindeymiş falan.

Luka köye girdiğinde onları ziyaret etmeyi hiç düşünmüyor ama arkadaşlarıyla sohbetin ortasında kalkıp onları ziyarete gidiyor. Annesi hemen onun önüne bir tabak koyuyor yemek yemesini istiyor.

Dünyada bütün kodlar aynı ama bazen bu kodlar belki de sadece aşkta tutmuyor. Denk gelmiyor her zaman.

Çok derinden olan temel duygularda hiçbir kod işe yaramıyor belki de.  Herkeste aynı olmuyor. Ya da her derinlik kendi yolunu buluyor kimyası gereği.

Oğlan önüne konan yemeği yemiyor, eşeliyor sadece. Kelimeler hep yarım kalıyor, kimse sözünü tamamlamaya cesaret edemiyor. Ağızdan çıkan sözleri bakışlar noktalıyor, sonunda yemek sofrasından kalkıp gidiyor Luka. Babası arkasından bakıyor sadece. Onlar çocuklarını kaybetmek istemiyor bir daha Luka onları üzmek istemiyor ya da yeniden aynı şeyleri konuşmaktan bıkkın.

Luka bir evin kapısını çalıyor. Kapıyı açan kadına içeri girebilir miyim? diyor. Yine bir masanın karşısında oturup hal hatır soruyorlar karşılıklı. Kadın soruyor oğlan cevaplıyor. Kadın onun cevaplarını tekrarlıyor. Sonunda kadın sinirleniyor, annen buraya geldiğini biliyor mu, diyor. Oğlan ezik, onun bilmesine gerek yok diyor. Kadın onu evden kovuyor bu sefer oğlan yalvarmaya başlıyor affet diye, Luka’nın yalvarmalarına dayanamayan Marija sonunda onu bir odaya götürüyor ve uyuyan küçük çocuğa bakmasına izin veriyor. Sonra da kapı dışarı ediyor Luka’yı evden.

Kapıyı kapattıktan sonra kapıya yaslanıp ağlamaya başlıyor elbet. Marija’yı annesinin baskısı yüzünden terk etmiş Luka yıllar önce üstüne bir de çocuğunu doğurmuş kadın.  

Oğlan ise üniversitede okuyup bekar küskün öğrenci ayaklarında takılıyor köye gelmeden önce.

Luka sevdiği kadının evinden kovulunca, denedim olmadı bari hayatıma geri döneyim diyerek arkadaşlarının düzenlediği büyük yaz partisine gitmeye karar veriyor, yolda siyah köpek karşılaşıyor, birlikte kırlık bir alanda yürüyorlar.

Gece kulüplerinde şu insanları ilk havaya sokan, beyinlerini geceye hazırlayan duygusuz mekanik bir müzik sizi şimdiki zamana taşıyor. Amfetamin falan kullanıyorsanız annam diye bir ses çıkarabilirsiniz Luka içkisinin ardından onu boca ediyor çünkü.  

Sınırsızlığın olduğu bol içkili çılgın müzikli parti yine suyun kenarında bu sefer bir sürü kadın ve erkek suya atlıyor yüzmek için, kafaları bir dünya yüzüyorlar. Suyun altında birbirlerinin yüzüne bakıyorlar.

Luka birlikte suya girdiği kızı bir süre seyredip sonra sudan çıkıyor, partiyi terk edip kovulduğu evin kapısına gidiyor tekrar. Kapıyı çalmaya başlıyor. Marija çalan kapıya aldırmadan uyanan çocuğunun yatağına uzanmış, hiçbir şeyden habersiz oturan küçük çocuğun ensesini kokluyor. Sonra kapıyı vurmaktan yorulup kapının önünde oturan Luka’nın kalkıp yanına gidiyor. Bir süre konuşmadan yan yana oturuyorlar sonra kalkıyor Marija ve arkasını dönüp eve giriyor ama kapıyı kapatmıyor.

Güzel günlerde görüşelim efendim.