Hepimiz bu hayatta yalnızız.

Bu klasik cümleyle anlatmak istediğimiz; her gece yatağın sağ ve sol tarafının yalnızca bize ait olması manası değil elbette. Ya da her zaman tek kişilik masalarda çayımızı yudumladığımız anlamına da gelmiyor.

O yatakta ya da masada sadece kendimize ait, bize has duygular yaşadığımızı anlatmak için kuruyoruz bu cümleyi.

Bir haber okudum dün akşam. Trafik kazası olmuş. Kadına çarpmış şoförün teki, ambulans kadını sedyeye koymuş yerden kaldırıyor. Şoför yerde oturmuş saçlarını yoluyor. Arabam, arabam mahvoldu, diye ağıtlar yakıyor.

Bazen boğazıma kadar duygu yüklü oluyorum. Onları teker teker çıkarıp kelimelere yüklemekte zorluk çekiyorum.

Bazen hiçbir kelime duygumun haritasını çıkarmaya yeterli değilmiş gibi geliyor.

Böyle durumlarda en güzeli durumu hikayeleştirmek.

Bu sabah da böyle bir ruh halinde buldum kendimi.

Destan yazasım var ve duygumu Game Of Thrones dizisi üzerinden anlatmak istiyorum.

Müptelası olanlarınız biliyordur, dizinin bu sezonunda bir dünya savaşı çıkmak üzere. İnsanlarla dünyanın öteki sınırında yaşayan ölüler/ölümsüzler arasında bu savaş.

O yüzden bu zamana kadar birbirleriyle kavga eden yedi hükümran ırk bir araya gelip düşmanlarına karşı dünyayı korumaya karar verdiler.

Elbette hepsi ırksal özelliklerine göre hareket ediyor.

Kimileri bozguncu bir gene sahip, kimileri köle ruhlu, kimileri zorla köle yapılmış, kimleri dünyanın efendisi olduğunu düşünüp dünyayı kurtarmak adına birleşmeyi bir taviz olarak görüyor.

Geçmişin entrikalar kraliçesi Cersei Lannister, bu taht kavgalarında en namert olan bir çapulcu ile yatıyor bu bölümde. Sırf ona savaşmak için asker getirdiği için. Eski saltanatından eser kalmayan Cersei’nin henüz anlayamadığım kendine has bir planı olduğu kesin.

Sansa kraliçe koltuğunda hala kibirle oturuyor. Tüm çok fazla yara almış insanların yaptığı gibi duvarlar örmüş kendine, ama kapı yapmayı unutmuş dışarı çıkamadığı için algılama problemi yaşıyor. Dünya savaşında tek düşündüğü koltuğunu kaptırmamak.

Arya da Jon Snow’a bir aile olduklarını unutmamasını fısıldıyor kulağına.

Sansa’nın kibirini de ailesini koruyor, diye açıklıyor kardeşine.

En küçük kardeş dünyanın bilgisini hafızasında taşıdığı için tüm bilgeler gibi konuşmuyor gerekli olmadıkça.

Jon Snow’un arkadaşına diyor ki sen söyle ona gerçeği çünkü onun arkadaşısın.

O da Jon Snow’u bir köşeye çekip sen alemlerin kralısın diyor. Bir piç değilsin.

Jon Snow, babasına hakaret edilmiş gibi kızıyor. Benim babam iyi bir adamdı, diyor. Benim ömrüm boyunca yalan bir hayat yaşamama izin vermez.

Arkadaşı da diyor ki, o seni korudu. Gerçeği bu yüzden sakladı. Çünkü annene söz vermişti.

Senin de şimdi gerçeği açıklaman lazım.

Jon Snow sevdiği kadın olan herkesin kraliçesi, ejderhaların annesine ihanet etmeyeceğini, bunun vatan hainliği olduğunu söylüyor.

Arkadaşı peki diyor, aynı şeyi o senin için yapar mı? Vazgeçer mi tacından?

Öyle düşünceli bakıyor Jon Snow.

Hayvanlar bu dünyaya belirli kodlarla gelmişler. Bitkilerden sonra en saf parçası onlar. İnsanlar ise özgür iradeleri yüzünden o kadar saf değiller. Ya da zamanla şekillenen karakterleriyle birlikte masumiyetlerini/doğallıklarını da kaybediyorlar.

Böyle olmasına rağmen insanlar da hayvanlar gibi sınırlı özellikler gösterebiliyor. Sanki yeryüzüne kodlanmış bir beyinle gelmiş gibi karşılarına çıkan durumlara meşreplerince çözüm buluyorlar.

Kaybedecek şeyi olanlarla, görevi sadece kendi hayatını devam ettirmek olanlar dünyanın yok olması gibi büyük ve tek olay karşısında farklı reaksiyonlar gösteriyorlar.

Bu dizinin kahramanları da hikayelerinin içinde, kapladıkları alan kadar devinim içindeler. Aynı tehlikeye verdikleri tepkiler yaşadıkları hayat boyunca biriktirdiklerinin özeti. Biriktirdiklerimizi nasıl kullandığımız da sadece bize bağlı olmayan derin bir mevzu. Bunu da sezonun ilerleyen bölümlerinde kralların, kraliçelerin davranışlarında göreceğiz.

Elbette kendi oturduğumuz koltukta, kendi penceremizden.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.