Kocaman aileleri seviyorum. Çünkü çok güvenliler ve aidiyet hissini dolu dolu yaşamanıza sebep oluyorlar. Ama zamanla bir imparatorluğun çöküşü gibi onlar da kuruluş gelişme yükseliş bölümünden sonra ne yazık ki yıkılıyorlar.

Çocukluğumda annemin ailesiyle çok yakın ilişkilerimiz vardı. Kız kardeşler çok yakın görüşürlerdi, kocalar birbirine yakın işlerde çalışırdı. Üstelik bekarlıktan arkadaşlardı. Kocaların kuzenleri, teyzelerin çocukluk arkadaşları herkes birbirine yakın otururdu.

Anneanneme, hep birlikte konvoy halinde arabalarına binip giderlerdi kız kardeşler. Evin önündeki çeşmede hem kendilerine hem de anneanneme tarhana, kuskus, yufka açarlardı. Biz çocuklar bol bol çeşmeleri hiç kapanmayan sularda kendimizi ıslatır, ağaçlarda asılmış salıncaklarda sallanırdık.

Boktan şeyler de olurdu elbet.

Çokça evlere hırsız girerdi.

Bir keresinde eniştemi kaçırmışlardı.

Mermer atölyesi vardı.

Gece eve gelmesini beklerken komünistlerin kaçırdığını söylüyordu büyükler. O zengin olduğu için fidye isteyeceklerinden bahsediyorlardı.

Sonra nasıl kurtuldu bilmiyorum, hatırlamıyorum.

Sadece anlatılandan gördüğüm sanrısına kapıldığım insan yüzleri var aklımda.

O zamanlar komünist dediklerinde sert yüzlü kadınlar bıyıklı erkekler geliyormuş aklıma. Öyle insanların eniştemin arabasına binip karnına silahı dayayıp haydi yürü dediğini hayal etmiştim.

Polisler de kötü davranmıştı enişteme. Onlar da gözlerini kapayıp sorguya almışlardı.

Neden bilmiyorum. Belki de duymadığım eksik bilgiler yüzünden ya da hayal gücümün yanılsaması tüm bunlar.

Tek bildiğim o zaman biz çocuklar adam yerine konmazdı. Kimse onları karşısına alıp başı sonu olan uzun bir konuşma hatta hikayesi olan bir sohbet yapmazdı.

Kardeşine bak, gülme, sakız çiğneme, eteğini ört, saçını düzelt, koşma, dersini bitirdin mi, neredesin bu saatte kadar, baban gelsin sen görürsün gibi kısa, çok şey ifade eden cümleler kurulurdu.

Tüm bunları yazmamın sebebi yazmaya ihtiyacımın olması, bir de akşam seyrettiğim aile filmi.

Filmin adı Doğan Çocuğa İsim (An İtalian Name) adını taşıyor.

Kız kardeşinin evine gelen erkek kardeş ve karısı onların ortak çocukluk arkadaşı sohbet ediyorlar.

Filmin şahaneliği karakterlerin basit sıradan zayıflıkları olan normal insanlar olmaları.

Evin sahibi olan kız kardeş, çalışıyor ama ailesi için hep kendi arzularını erteleyen bir tip. İki çocukları var.

Kocası tarih profösörü, kimsenin okumadığı kitaplar yazmış. Bunun nedeni ona göre insanların kültürsüz olması. Sosyal medya hesaplarına bağımlılığı var. Elinden telefonu düşmüyor.

Erkek kardeş güzel genç bir kadınla evli. Güzel kadın da kitap yazmış ancak kitapları ünlü olduğu için kendisinden bir şeyler taşısa da başkasına yazdırılmış.

Ailede güzel ama cahil bir kadın olarak anılıyor. Kitabını kocası dahil kimse okumamış.

Ortak arkadaşları ünlü insanlar tanımakla gururlanan müzisyen bir adam. Hiç evlenmemiş, kendi aralarında onun yaşama şeklinden dolayı gay olduğunu düşünüyorlar ve ona Erik adını takmışlar.

Ancak bu düşüncelerini ona söylediklerinde müzisyen adam onların hepsini şok edecek bir açıklamada bulunuyor.

Erkek kardeş karısının hamile olduğunu ve erkek çocukları olacağı müjdesini veriyor toplandıkları o yemek gecesinde.

Film, bir evde bir geceden ibaret.

Önce oğluna ne isim vereceğini söylediği zaman kızılca kıyamet kopuyor kavga çıkıyor aralarında. Böyle bir isim veremezsin diyorlar. Siyasi inançlarına aykırı olduğunu hatta hakaret olduğunu söylüyorlar.

Kendileri komünist çocuğa bir faşist ismi verilecek. Siyasi bir kişiliğin ismi.

Kriz en yüksek seviyeye çıkıp herkes birbirine hakaret etmeye başlayınca erkek kardeş diyor ki sakin olun babamın ismini koyacağız şaka yaptım.

İnsanlar bir gevşiyorlar.

Sonra eskiden beri dinledikleri bir şarkıyı koyuyor müzisyen olan ve hep birlikte şarkı söyleyip dans ediyorlar.

İnsanların bir araya gelip hiç rol yapmaya ihtiyaç hissetmeden rahatça kavga edip sohbetin dibine durması çok lezzetli bir şey.

Dışarıdan seyreden mutlaka buna dahil olamasa da sessizce bir köşede oturup buna tanık olma ihtiyacı hissediyor, kendi ruhu için.

Böyle bir zamana ben de şahit olmuştum bir zamanlar.

Arkadaşımla Ankara’ya gitmiştim, onun çocukluk arkadaşlarıyla sabahtan gece yarısına kadar sohbet etmiştik. Daha doğrusu onlar anılarının içinde yeniden yaşamıştı ben de tanıklık etmiştim hala o sohbeti izlemenin lezzetini unutamam.

Gece bir tanesinin evine gitmiştik kalmaya. Orada sohbete devam ederken sigaralarını yakıp kendi aralarında döndürüp içmeye başlamışlardı. Ben de bir köşede oturup kendi sigaramı içmiştim.

Benim bu halimle alay etmek için pasif içiciler daha çok etkilenir diye bana da laf dokundurmuşlardı. Aslında benimle alay edilmesinden hiç haz etmem ama onların bu dokundurmasından hiç gocunmamıştım.

Sevmiştim onları, kendi içimde kabul etmiştim hepsini.

Filmime geri dönecek olursak sonunu anlatmaya can atıyorum aslında. Çünkü film normal aile sohbetine pencereden kamera uzatmak gibi başlasa da seyircinin sonunda yerlerinden hoplayıp hoyt diyeceği bir sırla noktalanıyor.

Ama ben sevgili okuyucuma hürmeten bu güzel yeri açıklama arzumdan kendimi mahrum edip filmi seyretmenizi hararetle tavsiye etmekle yetineceğim.

Güzel günlerde görüşelim, görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.