PKK şiddeti can almaya devam ediyor.

Bundan hepimiz tedirgin oluyor ve işlenen cinayetlerin siyasi bir çözümü engelleyecek duygusal tepkiye neden olacağını hissediyoruz. Hatta kimimiz, "çözüm mözüm yok; şiddete misliyle yanıt vermek lazım" diye düşünüyoruz. Bu doğal bir insani refleks. Öyle de, çözüme olumlu bir katkı yapması mümkün mü?

Şimdiye dek resmi tepki hep şiddeti daha kapsamlı şiddetle bastırmak doğrultusunda oldu. Zaten yönetim anlayışımızın temelinde ikna, kazanmak, kararlara katılma, oydaşma (konsensüs), kültürel farklılıkları benimseme ve kendini idare etme (yerel yönetimlere yetki devri) gibi alışkanlıklar yok. Her şey merkezi yönetimin becerisine ve uygulamalarının halk tarafından benimsenmesine dayanıyor.

Merkezi yönetim yönetmekte başarısız kalınca istikrarsızlık çıkıyor. Halk, hükümetin veya devlet organlarının uygulamalarını beğenmeyenince direnç gösteriyor. Zannedilmemeli ki siyasal şiddet tek direnç veya resmi uygulamalara tepki biçimidir. Rüşvetçilik, nüfuz ticareti, kayırmacılık, dışlamacılık, kimi yasa dışı menfaat örgütlenmeleri (mafya dâhil), kaçakçılık, kurallara uymama (trafik buna dâhil) hep sisteme direnç, yönetime tepki biçimleridir. Sonuçları ve yaygınlığı, siyasal şiddetten çok daha tahripkârdır.

Kürtler'in tümünün gösterdikleri dışlanma, inkâr ve asimilasyon politikasına sayılarının dörtte biri şiddetle karşı koymayı veya bu yönteme onay vermeyi seçmişlerdir. Bu cümleyi okuyan her on kişiden yedi veya sekizinin sözcüklerin bir araya getirilişinden hiç hoşlanmayacaklarını biliyorum ama sorun bizim ne algıladığımızdan kaynaklanmıyor. Bu duyguları dile getirenler ve onların gösterdikleri tepki ortada durduğu sürece onunla yüzleşmek durumundayız. Anayasa'da milletin "Türk" olarak tanımlanması ve tüm yasal ve idari uygulamaların bu tanıma göre şekillenmesi sonucunda Türk olmadan TC yurttaşı olunamayacağı gerçeğini azınlıkların nasıl yaşadıklarını biz bilmiyoruz. Bilenleri de dinlemiyor. Sözlerini bir şikâyet değil, ihanet olarak görüyoruz.

Kürtler'den "Her yurttaşın kendisi olmak (Kürt olduğumuzu belirtmekten ve bu sıfatla TC vatandaşı olmak) hakkından, kültürel özelliklerimizi yaşama olanaklarından yararlanmak istiyoruz" diyenlere "vay sen misin Türk'ten gayrı olduğunu söyleyen" diyerek kan kusturuldu. Yani bireysel/vatandaşlık haklarının verilerek birlik sağlama fırsatı kaçırıldı.

Bizim merkezi idare yapımızı ithal ettiğimiz Fransa bile son otuz yılda yönetimde adem-i merkeziyetçiliği (yerinden yönetim uygulamasına) benimsedi. Hem yönetimde verimliliği artırdı hem de halkın kendi günlük hayatını yönetme sürecine bizzat katılmasını sağladı. Demokrasisi gelişti. Biz bu otuz yılı topluluk haklarına direnerek geçirdik. Bu çözüm yolu da heba edildi.

Kürt sorununu ulusal (siyasal) birlik içinde çözmeyi iki aşamada da gerçekleştiremeyen merkezi yönetim, inisiyatifi isyancı Kürtler'e kaptırdı. Artık onlar, "ayrı ve bağımsız devlet" istemediklerini söylüyorlar ama ulusal birlik içinde kalmak için başka bir şart ileri sürüyorlar. "Millet kavramını yeniden tanımlayalım. Kürtler dâhil tüm halkların varlığını içeren bir çoğul ulus kavramı üzerinde anlaşalım. Sonra ulusal birliği bunlar arasında varılacak bir oydaşmaya dayandıralım. Eğer talep ediyorsa ulusun içinde yer alan her halk kendisini yönetsin. Parlamento ve ulusal hükümet onların ortak iradesini temsil etsin."

Bu, bizim alışık olmadığımız bir talep. Karşılanması ya siyasal uzlaşma ile ya da uzun süreli bir çatışmanın sonucuna göre belirlenecek. Ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Çözümde çok geç kaldık.