Şu anda bu ülkede 120 bin civarında tutuklu ve mahkûm var.

Bir ülkenin büyüklüğü kışla ve hapishanelerinin sayısıyla, hacmiyle ölçülmese de hiç olmazsa buralarda amaca uygun düzenler kurulmuş olmalıdır.

Son yıllarda kışlalarda siyaset ve darbe planı yapmaktan askerlik ihmal edilmiş. Son skandal haberden de anlaşılacağı gibi teğmen kılığında telekızlar karargâhta casusluk yapmışlar.

İnşallah uydurma bir haberdir. Bir yazar sıkı dalga geçmiş bu durumla: "İyi ki bu teğmenlerle savaşa girmemişiz!" Şaka bir yana, bütün bu sapmalar neden oldu?

"İç ve dış düşmanların yürüttükleri sinsi savaş"ı kazanmak için... Oysa artık anlıyoruz ki biz kendi kurumlarımızın bize açtığı savaşın tarafıymışız.

Neden suçlular özgürlüklerinden mahrum edilir? Diğer insanlara zarar vermesinler, cezalarını çekerken hatalarını idrak etsinler ve ıslah olsunlar diye.

O halde hapishaneler sadece cezahane (işkencehane hiç) olmamalıdır. Islah edici şartlarla donatılmalıdır. Oysa bizdeki hapishanelerin çoğu sadece bir insan deposu ve hiç de güvenlikli değil.

İnsan temelli düzen

İşçilerimiz güvenliksiz çadırlarda, mahkûmlarımız arızalı araçlarda veya tıkıştırıldıkları hapishanelerde yanıyor.

Suç üç beş garibanın üzerinde kalıyor. Poşu takan, parasız öğretim isteyen öğrenciler de sistemin hoyrat tepkisiyle karşı karşıya. Neden?

Bütün bunların temelinde insanı öncelemeyen, hep devlet merkezli bir sistem var. Bunu görmemekte direniyoruz. "Çok çocuk" istiyoruz.

Onları doğuracak anneler adına biz erkekler karar veriyoruz. Siyaseten kalabalık bir nüfusun güçlü bir toplum yaratacağını sanıyoruz.

Dünyanın tüm otoriter yönetimleri böyle sandı. Yönettikleri insan gücünü askeri saldırganlık serüveninde tükettiler. Çok değil nitelikli insan bir toplumun "büyük" yani etkin olmasını sağlıyor.

İslami sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle geçen hafta İstanbul'a gelen "Uludere anneleri", Sultanahmet'te bir kahvaltıda basınla buluştu.

En çok evladını yitiren Encü ailesinden iki kadın siyasi tarihe geçecek bir serzenişte bulundular. "Her kürtaj bir Uludere'dir" deniyor. "Biz kürtaj olmuyoruz. Doğuruyoruz ama siz çocuklarımızı katlediyorsunuz." Bir başkası (Garibe Ürek), "Doğurduğumuz çocuklarımızı gördük. Asit kuyularına atılan insanları, Silopi'de çıkan kemikleri unutmadık."

Galiba bizim en büyük sorunumuz birbirimizi anlamak ve empati yapmak için fazla çaba sarf etmememiz. Millet diyoruz, vatandaşa sevecen ve saygılı yaklaşmıyoruz.

Güçlü devlet diyoruz, milleti sadece oy alacak ve bizi onaylayacak bir yığın olarak görüyoruz. Çocuk diyoruz, ona özgürlük ve seçim hakkı tanımadan kendi değerlerimiz ve siyasi eğilimlerimize göre şekil vermek istiyoruz.

Oysa o bir birey ve gelişen, değişen dünya ile ilişki kurmak onun bir parçası olmak istiyor. Gençler bir önceki kuşağın kendi iradesine ve aklına ipotek koymasını istemiyor.

Bütün içindeki çeşitlilik

Biraz etrafımıza bakarsak gerçeğin de parçalı olduğunu görürüz. Toplum çeşitli dil, din, soy ve kültür kümelerinden oluşuyor. Aynı niteliklere sahip kümelerde farklı siyasal eğilimler ortaya çıkıyor.

AK Parti ve MHP Sünni Müslüman Türkler'in partisi gibi görünüyorlar ama çok farklı eğilimler yansıtıyorlar. BDP ve CHP laikliği savunuyor ama cepheleşmiş siyasetin iki farklı yakasında duruyorlar.

BDP çizgisinden çıkan Leyla Zana uzlaşmanın mümkün olduğunu ve bunun için Başbakan'a destek verilmesi gerektiğini söylerken BDP eş başkanları onu "saf" buluyor ve sözlerini onaylamıyorlar.

Kandil'de kendisiyle röportaj yapan Avni Özgürel'e Murat Karayılan, "Barışa çok yaklaşılmışken PKK'nın Silvan saldırısıyla barış süreci baltalandı... Bir güç aramıza girdi" diyor. Bu gücün PKK içinde de Türk tarafında da olabileceğini ima ediyor.

Silahlar bırakılırsa Öcalan'ın ev hapsinden söz eden Bülent Arınç'a karşı Beşir Atalay aynı kanıda olmadığını söylüyor. Ne anlama geliyor bütün bunlar? Hiçbir toplum, hiçbir kadro ve kurum tam bir uyum içinde değildir.

Önemli olan asgari müşterekleri bularak farklı parçaları bir araya getirmek; hepsini kapsayacak bir iş ve güç bölüşü gerçekleştirmektir.

İşte o zaman bütün, parçalarından daha büyük ve daha etkili olacaktır.

Türkiye büyüklüğünü bu harmoniyi bulmakta aramalı, herkesi benzerleştirmekte ve her şeyi tekleştirmekte değil...

Bu da ancak demokrasi ve insan temelli bir hukukla olur. Oysa biz hep bir kurtarıcı arıyoruz. Eğer bir sistem bir tek insanın üstün kabiliyetleri ve yaratıcılığı ile kaimse o sistemin sürekliliği ve demokratikliği kuşkuludur.