7 ay önce Van’da kaçırılan polis memuru Nadir Özgen’den haber yok. Daha doğrusu şöyle yazmamız gerekiyor: PKK’nın kaçırdığı polis memuru Nadir Özgen ile ilgili ailesine bile haber veren yok. Önceki gün annesi Müşerref Özgen canlı yayında karşımda ağlarken elimde olmadan “Siz Gilad Şalit’i tanıyor musunuz?” diye sormaktan kendimi alamadım. Hatırlarsınız, İsrail Hizbullah’ın kaçırdığı tek bir askeri için savaş çıkartmış, operasyonlar düzenlemiş, sonunda pazarlıklarla 1000 esiri serbest bırakıp bir Gilad Şalit’ini geri almıştı. Mesele bir askerin canı değil, bir devletin bir askerin canına verdiği önemin gösterilmesiydi. Türkiye’de PKK ilk kez asker ya da polis kaçırmıyor. Daha önce de defalarca kaçırdı. Devlet aradı, işin içine arabulucular girdi, sonunda PKK da kaçırdığı devlet memurlarını her seferinde sağ salim bıraktı. Bu sefer ilk kez farklı bir psikoloji yaşanıyor. PKK bir polis memurunu kaçırmış, hiç kimsenin umurunda değil. Bırakın kaçırılan polisi aramayı, ailesini bile arayan olmamış. Aradan geçen 7 ay içinde ailesine tek bir telefon bile açılmamış. Üstelik polis memuru yalnız da değil. Bir astsubay, bir uzman çavuş ve bir kaymakam adayı daha PKK tarafından kaçırılmış durumda. Benim aklımın almadığı, devletin memurlarını nasıl böyle kaderine terk edebildiği? Müşerref Özgen canlı yayında çocuğu için ağıtlar yaktıktan sonra nihayet Söke Kaymakamlığı’ndan birileri gelip kapısını çalmış. Ne kadar hazin! Biz ekrana çıkartmasak ne gelen olacaktı ne de giden! Peki bundan sonra n’olacak? PKK’nın elinde rehin polisin, askerin, memurun ana-babasını canlı yayına çıkartmazsak devlet umursamayacak mı? Ya da şöyle söyleyelim; bir Nadir’in bir Şalit etmesi için daha neler yapmamız gerekiyor?
Bir Nadir kaç Şalit ediyor?



Başarılı şirketi satmak başarı mıdır?
‘Anadolu’da Yarın’ toplantıları nedeniyle Doğan Grubu ve CNN Türk olarak dün Gaziantep’e kelimenin gerçek anlamı ile çıkarma yaptık. İlginç sunumlar arasında benim en çok dikkatimi çeken, Türkiye’nin en zengin ismi Hüsnü Özyeğin’in yaptığı konuşmadaki vizyon oldu. 24 kişi ile başladığı bankacılık serüveninde geldiği noktayı anlatırken ilginç birkaç noktaya değindi. Mesela Finansbank’ı sattıktan sonra 5 yıl boyunca banka sektörüne giriş yasağı olduğunu ve bu yasağın bittiği ilk gün, 65 yaşındayken yeniden banka alıp sıfırdan işe koyulduğunu anlattı. Türkiye’nin en zengin insanı, Gaziantep’te 360 derecelik bir platformda konuşurken girişimcilik konusunda alındığı bir konuya da değindi. ‘Şirket sattığı’ için kendisine yöneltilen eleştirileri yanıtlarken şaşkın gözüküyordu. Özyeğin, “Yurtdışında şirket satmak başarı olarak görülür, Türkiye’de ise şirket satmak ayıplanıyor, bu çok yanlış bir yaklaşım” dedi. Yüzde yüz katılıyorum. Bizde genelde şirket dediğiniz şey ya da burjuvazi hep aile şirketleri üzerinde büyüdüğü için böyle garip önyargılarımız oluşuyor. Oysa araştırmalar gösteriyor ki aile şirketlerinin neredeyse % 90’ı üçüncü kuşakta dağılıyor. Bizim eğitim sistemimiz de itaat kültürü üzerinden devlet memuru yetiştirme üzerine formatlanmış durumda. Bu yüzden üniversite mezunu pek çok genç bir an önce bir şirkete ‘kapağı atmak’ derdinde. Oysa böylesine gelişmiş fırsatlar dünyasında girişimcilik, şirket kurmak, başarılı şirketleri satmak ayıp değil, tam tersi, büyük başarıdır. Üstelik Hüsnü Özyeğin örneğinde gördüğümüz gibi, girişimciliğin yaşı da yok. Hüsnü Özyeğin’in değindiği bir diğer konu da iyi bir yöneticinin her alanda iyi bir yönetici olabileceğiydi. Bir bankanın şube müdürünü nasıl büyük bir başka markanın genel müdürü yaptığını anlatırken övünüyordu. İyi bir yönetici her yerde iyi bir yöneticiydi. Hüsnü Bey ne kadar övünse az...

Zamanı geçmiş katliamın davası!
Yıllar boyu umursamayıp, yıllar sonra, iş işten geçtikten sonra Sivas davasına zamanaşımını konuşmayı, şampiyonluğu sezonun son maçına bırakıp uzatmalarda gol arayan taraftar psikolojisine benzetmemek elde değil. Önceki gün Bülent Arınç’ın “Katliamda görevini ihmal eden kamu görevlileri de yargılanmalı” sözleri olmasa zamanaşımına uğrayan davanın tartışması olmaz diyecektim. Dün Zaman gazetesinde dönemin Sivas Tugay Komutanı emekli Tuğgeneral Ahmet Yücetürk çok önemli bir söyleşi vermişti. Özetle, dönemin valisini askeri göreve çağırmamakla suçluyordu. Vali de benzer bir suçlamayı tugay komutanı için getirmişti. Oysa Sivas katliamının yapıldığı gün çekilen görüntülere baktığımızda emekli tuğgeneralin de valinin de yanıldığını görüyoruz. Zira sayısı en az 20’yi bulan tüfekli askerler o gün gözü dönmüş halk ile otelde mahsur kalanların arasına girmişti. Bu askerler sadece havaya ateş açsalar bile kalabalık korkup geri çekilebilirdi. Oysa sonuçta emir geldi, askerler geri çekildi. Çekil emrini kim neden verdi, bunca yıl geçti bilinmiyor. Bakın 1993 yılından bu yana dilimde bu soru pelesenk oldu. Askere ‘çekil’ emrini veren, bu katliamda en az o oteli yakanlar kadar suçludur. Dönemin kamu görevlilerinden hesap sorulacaksa ilk olarak bunu sorarak başlayabiliriz. Zira ya dönemin Sivas Valisi ya da Sivas Tugay Komutanı açıkça yalan söylüyor.