Adapazarı AdaHaber gazetesinin haberine göre Büyük Şehir Belediyesi Sakarya’nın Kocaali ilçesine bağlı Caferiye köyünde kadınlar plajı açacakmış. 42 dönümlük Milli Emlak’a ait köydeki araziyi kadınların yoğun talebi üzerine bu projeye ayırmış.

Caferiye benim köyüm. Çocukluğumda “Benim köyüm” kavramının ne anlama geldiğini hissedemediğim için amcaların oturduğu köye “Amcaların Köyü” derdim. Köyden birisi, “Zuhal hiç benimsemiyor köyünü amcaların”, diyor dediğinde bir şeylerin ayrımına varmıştım.

O köyü kuzenlerimle geçirdiğim güzel zamanlar sayesinde yıllar sonra sevdim, sahiplendim. Şimdi hayalim kendi kazandığım parayla orada bir ev sahibi olmak. Denizin kenarında bir müstakil evim olsun istiyorum, bahçesinde sevdiğim çiçekleri ekebileceğim, toprağına oturup eşeleneceğim, denizi seyredeceğim bir pencere, en çok da püfür püfür esen bir veranda istiyorum. Ben de yola bakıp köyün insanlarını seyredip dedikodu falan yapmak istiyorum, karpuz çekirdeklerini ağzımdan bahçeye falan fırlatacağım. Böyle hayallerim var işte.

Bunların hepsi sonsuza kadar hayal kalabilir çünkü benim ev yapmak istediğim arsanın tam karşısına devlet şimdi TOKİ evleri yapmak istiyor. Aramızda da Samsun’a kadar giden bir yol olacak. Arkamda deniz yolumda şehirlerarası otobüsler, onun gerisinde taş apartmanlar. Bu apartmanlarda baraj yüzünden köyleri sular altında kalan üç köyün ahalisi var.

Köyüm artık bir kasaba mı olur o zaman yoksa şehir bozuntusu mu hayal edemiyorum.

Bir tane plajımız var. İsteyen orada kahvaltısını edebilir, akşam güneşini birasını içerken batırabilir. Sedat’ın o yaz için hazırladığı şarkı listesinin eşliğinde her akşam dost sohbetleri yapabilirsiniz. Sonuçta orası bir köy olduğu için herkes dost akrabadır.

Dostların akrabaların arasında bu gazete haberinde yazdığı gibi kimler kadın plajı olsun diye hayaller kurmuş da dile getirmiş bilmiyorum. Küçük plaj alanında yabancıların uzakta denize girdiği yerde şimdi bu gelecek yabancı ailelerin kadınlarının hayali bu kadınlar plajı belki de, bilemedim.

Neyse şaka bir yana Allahın köyünde bir belediyenin çöpleri bile toplamazken kadınlar plajı yapmaya karar vermesi. Fikir zikir olayından başka bir şey görünmüyor bana.

Caferiye Köyü, Kocaali ile Akçakoca Belediyesi arasında sıkışmış belediyesiz bir köy benim bildiğim kadarı ile. Halkın baskısı olmasa yazın gelip belediye çöplerini bile almıyor. Hayvanlar çöplerdeki naylon poşetleri yiyor bazen. Kirli çocuk bezleri, yiyecek artıkları sokakları dolduruyor, köyün yazın artan insan nüfusu yüzünden.

Benim çocukluğumda köy o civarda turizm bölgesi seçilen üç bölgeden biriydi. Devlet kalkınması için turistik herhangi bir şey yapmamıştı. Su sorunu en büyük problemdi. Ama sahilde bir pansiyon vardı. Köylünün ortak malıydı. Sahilde dağ gibi kumlar vardı. Biz o kum tepelerinden kıçımızın üzerinde inmeye bayılırdık. Sonra yarısını deniz götürdü, yarısı kum fabrikalarına satıldı.

Şehre yakın köylerin köylüleri tembel oluyor. Deniz de onları keyfe düşkün yapıyor belki de. Serseri ruhlu oluyorlar. Toprağın verdiğini fazla emek harcamadan bekliyor, köyün yetmediği yerde şehirden yardım alıyorlar.

Bu elbet karakterleriyle de ilgili. Abhazlar ile Gürcüler Kafkasya’da olduğu gibi burada da yan yana yerleşmişler. Caferiye Abhaza köyü hemen yanındaki Gürcü köyü olan Melenağzı’ndaki köylüler aynı denizde balıkçılık yapıyorlar. Çoğunun teknesi var. Sabahları yürüyüşe o köye giderdim ben yazları, sabahtan köy kahvecisinden sonra ilk müşterisi ben olurdum. Çayımı içerken Melen akarsuyu ile denizin birleştiği muhteşem manzaralı köy kahvesinin dibinden balıkçı motorlarının denize açılmalarını seyrederdim.

Devlet şimdi Caferiye’yi köy olmaktan çıkarıp kimliksiz bir kasabaya dönüştürecek.

Bir başka Abhaza köyü Bıçkıdere de ormanı yüzünden 2014 yılından beri devletle başı dertte. Orman delik deşik edilmiş çünkü ormanın içine bir termal otel yapılıyor. Köylüler ormandaki faaliyeti görüp neler oluyor diye sormasalar haberleri bile olmayacakmış otelden. Otele sıcak su bulmak için iş makineleri her yeri kazmış. Ormanın bir başka yerinde harıl harıl sondaj çalışmaları yapılıyormuş bakır madeni için.

Doğayı yok etmenin az gelişmişlik olduğunu anaokulundaki çocuk bile biliyor şimdi. O yüzden böyle klasik bir konuda konuşmayı zekama hakaret saydığım için kelime sarf etmek istemiyorum.

Ben dünyada değişim prensibine inanıyorum. Bunu önce tecrübelerimle öğrendim. Hayatta hiçbir durumum aynı kalmadıkça, geçecek dedim, kendime sonra elime kitaplar geçti dedim, bunlar Dünya’nın kuralıymış, adamlar prensipler listesi yapmış babamın babası bile portakal da vitaminken.

Elbette ki değişimin iki ucu var iyi ve kötü görünen. Ama iyi ve kötü kavramları da değişken, durduğun yer değiştiğinde iyinin kötü olduğu durumlar var.

O yüzden güzel tokalar takmak lazım güzel saçlara, dökülmeden.

Güzel günlerde görüşelim efendim.